Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

21 Şubat 1998 Cumartesi

Dostluğa limon sıkana limon ödülü

Türk ve Yunan gazeteciler geçtiğimiz günlerde İzmir'de biraraya gelerek, iki ülke arasındaki barışa medyanın katkısını konuştular. Siyasetçilerin ağızlarına geleni söylemesi, haber olmalı mıydı? Onların sert konuşmalarının yumuşatılması gazetecilere mi kalmıştı? İki ülke halkının yakınlaşmasında, hükümetler arasındaki sorunların çözümünde basın ne gibi bir rol oynayabilirdi?
‘‘Adamın biri yolda yürüyormuş. Aniden önüne bir peri çıkmış ve 'Dile benden ne dilersen' demiş. Ve eklemiş, 'Dilediğin şeyin iki katını komşuna da vereceğim unutma.' Adam düşünmüş, taşınmış ve sonunda dileğini söyleyivermiş, 'Benim bir gözümü kör et'...’’
İşte ilki geçen sene Sakız adasında, ikincisi ise geçtiğimiz günlerde İzmir'de yapılan ‘‘Ege ve Trakya'da Gazeteciler Barış Platformu’’ toplantısının ana konusu, komşusunun iki gözünün kör edilmesini istemeyen toplumların oluşması için basının ne gibi bir görev üstlenebileceğiydi... Amaç iki ülke arasında tansiyonun yükselmemesi ve büyük felaketler getirebilecek savaş olasılığının asgariye indirilmesi için basına ne gibi görev düştüğünü belirlemekti. Karşılıklı olarak Ege'nin öbür kıyısındaki medyanın ‘‘gazeteci gözüyle’’ nasıl görüldüğünü açıkça dile getirmekti. Laflar sakınılmadı, sorunlar bir bir dile geldi. Toplantıya bazı politikacılar, akademisyenler, sivil toplum örgütü yöneticileri de katıldı.
Toplantıda bir konuşma yapan Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yaşar Aksoy, oturduğu masanın üzerini eski birkaç eşyalarla süslemişti. ‘‘Bu bakır bir tepsi. Bu mermer kültablası. Bu bir ağızlık. Şu gördüğünüz kalemlik vs...’’ diyerek söze başladı ve önündeki eski eşyaları bir bir saydı. Yıllarca İzmir'de beraber yaşadıkları, komşuları Rum Madam Heleni ve ailesinden bu eşyaların kendilerine yadigar kaldığını, bunları o günden bu güne gözü gibi sakladığını söyledi. İzmir'den göçederken Madam Heleni'nin kendilerine ağlayarak bu eşyaları bıraktığını, ailesinin de bunları evin en değerli eşyaları olarak sakladığını söyledi. 1919'da Yunanlılar İzmir'e geldiklerinde Madam Heleni'nin kendi ailesini koruduğunu ve sakladığını, 1922'de de Türk askeri İzmir'e girdiğinde Heleni ve ailesini kendilerinin gizlediğini belirterek, ‘‘Onları çok özlüyorum’’ dedi.
Türk ve Yunan izleyicilerin dakikalarca alkışladığı Aksoy, daha sonra Yunan TV kameralarının gözdesi oldu ve olayı Yunanistan'daki kamuoyuna da anlattı.

İzmir'de 2. Yunan işgali

İzmir'e 120 Yunan gazetecinin geleceğinin duyulması, şehirde birçok espriye neden olmuş. İzmir'in bir kez daha Yunan işgaline uğrayacağına yönelik şakalar yapılmış. Ama şaka bir yana, Yunanistan'ı temsilen toplantıya katılan gazetecilerin hemen hepsi kendi ülkelerinin ünlülerinden oluşuyordu. Atina Haber Ajansı Genel Yayın Yönetmeni Nicolas Voulellis, sol görüşlü Rizospastis Gazetesi Yazıişleri Müdürü Thanasis Paparigas, Eleftrotopia Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Polimilis, Yunanistan Ulusal Radyo Genel Müdürü Yannis Canetakos, Politis Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Angelos Elefantis, Eleftrotopia ‘‘Virüs’’ sayfası sorumlusu Dimitris Trimis ve daha niceleri...
Türkiye'den Hürriyet yazarı Ferai Tınç ve Milliyet yazarı Sami Kohen'in de aralarında bulunduğu gazeteciler, ‘‘Türk-Yunan ilişkilerinde manşetlerin rolü’’ adlı bir açık oturuma katıldılar. Ferai Tınç, Türk-Yunan ilişkilerinde gazetelerin rolünü değerlendirirken, ilişkileri yumuşatmada basının kullandığı dilin, üslubun yeterli olmadığının anlaşıldığını söyledi. Siyasetçilerin yaptığı sert açıklamaları yumuşatmanın basının görevi olmadığını söyleyen Tınç, ‘‘Basın yoluyla krizlerin atlatılacağını düşünmek yanılgı olur’’ dedi.
Milliyet Gazetesi Yazarı Sami Kohen de, ‘‘Kötü haberin, haber olduğu’’ gerçeğine dikkat çekti. İki ülke arasındaki uzlaşma noktalarının tek sütun halinde gazetelerde yer aldığını, kriz haberlerinin ise büyütüldüğünü vurguladı. ‘‘Şu yaptığımız toplantının yarın gazetelerde manşet olmayacağına eminim. Ama eğer biz burada kavga etseydik, yarınki manşetlerde yer alırdık.’’
To Vima gazetesi yazarlarından Rihardos Someritis de medyanın barış için büyük bir tehdit oluşturduğuna dikkat çekti. Kardak krizinde medyanın oynadığı rolün televizyon tarihinde önemli bir örnek oluşturduğunu söyledi. Yunan Radyosu Genel Müdürü Yannis Canetakos ise Türk-Yunan ilişkileri konusunda haber yapan gazetecileri ahlaksal açıdan bağlayacak, az ve öz bir metin üzerinde çalışılmasını önerdi.
İzmir'deki toplantıda gazetecilere ‘‘Limon Ödülü’’ verilmesine de karar verildi. Abdi İpekçi Ödülü'nün karşıtı; yani Türk-Yunan dostluğuna zarar verecek, gerçeği yansıtmayan ve yalan haberler yazan gazetecilere verilecek bir ödül.

Azınlıklar sorunu

İzmir'de iki ülke arasındaki azınlık sorunu ayrı bir açık oturumla dile geldi. Rodop Sinaspismos Milletvekili Mustafa Mustafa'nın da katıldığı açık oturum, kuşkusuz paltformun en ilginç tartışmasının yapıldığı oturum oldu. Mustafa Mustafa, gerek Lozan Antlaşması, gerekse diğer ikili anlaşmalar yapılırken, azınlıklara bu anlaşmalarla ilgili fikirlerinin sorulmadığını belirtti. 1950'li yıllarda komünizm tehlikesi karşısında Türk-Yunan ilişkilerinin iyi olduğunu hatırlatan Mustafa, bu dönemde Batı Trakya'daki azınlığın ‘‘Türk’’ olarak tanımlandığını hatırlattı. 1855 yılında Yunan Vatandaşlık Yasası'na eklenen bir maddeyle bölgedeki Türklerin sayıca azaltılmasına çalışıldığını anlattı.
Yunanistan'daki Sosyal ve Siyasal Hakları Hareketi üyesi Gökçeada Rumlarından Kostas Argaliotis de aynı toplantıda yaptığı konuşmada, Yunanistan'ın kendi sınırları içinde yaşayan Makedon ve Türk azınlığı reddettiğini, ancak diğer taraftan Makedonya Cumhuriyeti içinde Yunan azınlığı keşfettiğini; Arnavutluk'un içişlerine karışma hakkını kendinde bulurken, Ankara'nın Batı Trakya'daki azınlık için gösterdiği benzer ilgiyi içişlerine müdahale olarak gördüğünü söyledi. Argaliotis, Gökçeada ve Bozcaada'da iki halk arasında karşılıklı güveni sağlayacak ortamın yaratılmasına, azınlık okulunun açılmasına, bölgeye dönmek isteyen Rumlara destek çıkılmasına, bölgedeki Yunan adalarıyla sınırlararası iletişimin sağlanmasına ve silahsızlanmaya yönelik bir politika izlenmesini istedi.
Ya Türk-Yunan ilişkilerinde üçüncü ülkelerin rolü neydi? Bunu her iki ülkeden gelen bazı siyasetçiler tartıştılar. DSP İzmir Milletvekili Hakan Tartan, Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in mesajı ile geldiği oturumda, ‘‘Türk-Yunan ilişkilerinin düzeltilmesi için TBMM'de var olan partilerarası komisyonun Yunan Meclisi'nde de oluşturulması’’ çağrısı yaptı. CHP Milletvekili Aydın Güven Gürkan, Türkiye'nin Yunanistan'ın aksine yeni çatışma noktaları yaratmak istemediğini söyledi ve ‘‘yeni ihtilaflar yaratmadan, bu platformda olduğu gibi ilişkileri çok güçlendirmemiz lazım’’ dedi. Sol İttifak Partisi Avrupa Parlamentosu Milletvekili Mihail Papayannakis de yaptığı konuşmada karşılıklı olarak varolan şüphecilikle mücadele etmek gerektiğini söyledi. Türkiye ve Yunanistan'ın Avrupa yolunda ortak mücadele içinde olmaları gerektiğini söyleyen Papayannakis, ‘‘Çünkü biz Türkiye'yi de yanımızda görmek görmek istiyoruz’’ dedi.

Türk yazara Yunan gazetesi

Toplantıda gazetecilerin tümünün onayını alan esas öneri şuydu: ‘‘İki ülke gazetecileri karşı ülke gazetelerinde köşe yazıları yazsın. Her iki ülkede birer basın ofisi oluşturularak, kriz anında doğru haber almayı, bilgilenmeyi sağlayacak bir mekanizma kurulsun.’’
İzmir'de alınan bu kararların ne kadarı hayata geçirildi, bu toplantının barış için ne ölçüde faydası oldu? Bunun değerlendirmesi bir sene sonra Dedeağaç'ta (Alexandropolis) gerçekleşecek olan ‘‘Ege ve Trakya'da Barış İçin Gazeteciler Platformu’’nda yapılacak.
İki yıl önce Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanan Kardak krizi sonrasında biri Türk, diğeri Yunan iki gazeteci oturup düşünmüşler. ‘‘Bu böyle gitmez!’’ deyip, iki ülke gazetecilerini biraraya getirmeye karar vermişler. İzmir'deki Yeni TV Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Gençel ve Midilli'deki Eleftrotipiya Gazetesi Temsilcisi Stratis Balaskas'ın girişimleriyle, ‘‘Ege ve Trakya'da Barış için Gazeteciler Platformu’’ doğuvermiş. Henüz iki yaşında ama o daha çok büyüyecek...

HÜRRİYET 21 - 02 - 1998 (Zeynel Lüle)

9 Şubat 1998 Pazartesi

Tribünlere oynamak, Ege'yi bulandırıyor

İzmir'de Türk - Yunan ilişkilerini devlet politikası düzeyinde değil, halklar düzeyinde değerlendiren mükemmel bir toplantı yapıldı iki gün önce. Yunanistan'dan yaklaşık 120 gazeteci, politikacı, siyaset bilimci, sivil toplum örgütü üyesi önce Çeşme'ye, sonra İzmir'e geldi. Türk tarafından da yine çok sayıda gazeteci, politikacı, siyaset bilimci, sivil toplum örgütü üyesi misafirleri önce Çeşme'de sonra İzmir'de karşıladı. Barış İçin Gazeteciler Platformu adlı Türk - Yunan ortak girişiminin "Medya ve Milliyetçilik" adlı bu toplantısında ortak sorunlar tanımlandı. Daha sonra yapılacak toplantılarda bu ortak sorunlara ortak çözümler de aranacak.
Barış İçin Gazeteciler Platformu, 1996'da Kardak Bunalımı ardından Türkiye'den İzmirli gazeteci Süleyman Gençel ve Midillili gazeteci Stratis Balaskas tarafından oluşturuldu. Amacı, her an gerginleşmeye hazır olan Türk - Yunan ilişkilerini daha da germemek için medyanın neler yapabileceğini tartışmak. İki gün önceki İzmir toplantısı ikincisiydi. İlki geçen yıl Ocak ayında Sakız Adası'nda yapıldı. İzmir toplantısına katılanlar, bir sonrakinin, bir yıl beklemeden, daha erken toplanmasını istiyor. Haklılar. Çünkü Türk - Yunan ilişkileri acil çözüm beklerken, hala sorunları saptamakla zaman geçirmek, zamanı har vurup harman savurmakla eşit.
Ne var ki makro - siyaset, Türk - Yunan sorunlarına masa başında çözüm üretemezken, mikro - siyaset, yani halktan halka ilişki, çözümlerini yerinde ve anında üretiyor. Türk - Yunan Kıyı Ege Belediyeleri Birliği bunun en güzel örneği. İş, aynı denizi aynı kıyıyı paylaşan insanların benzer ve ortak ihtiyaçlarını karşılamaya gelince, ortada S - 300 füzeleri, FIR hattı, kıta sahanlığı gibi sorunlar gündem dışı kalıyor. Tek sorun, "Sizden nasıl su alırız? Günü birlik vize sorununu daha hızlı nasıl çözeriz? Sizde pazar ne zaman kuruluyor?" gibi güncel ve gerçek sorunlara pratik çözüm aramaya gelip dayanıyor.
Adalar ile Türkiye, yer yer birbirine o kadar yakın ki... Farklı din, farklı kültür ve farklı zihniyette de olsa aynı coğrafya ve benzer psikolojiyi paylaşan komşuların, birbirini daha sık ve kolay ziyaret etmesi, ticaret yapmasından doğal ne olabilir ki?
Bunu, Atina ve Ankara'daki politikacılıran görmemesi mümkün değil. Ama iş, politikacıların "çap" sorununa gelip takılınca olan, komşu halklara oluyor. Çünkü politikacıların hevesi, tribünlere oynamak...İnşallah Türk ve Yunan halkları, politikacılarının bu "çap" sorunu çözecek ve her iki halk da hak ettiği barış ve dirlik ortamına (daha fazla vakit kaybetmeden) kavuşacak.

MİLLİYET 09 - 02 - 1998 (Edip Emin Öymen)