Aslında bu yazıyı bir ay önce kaleme alacaktım. Söz verdim bekledim… Sonuç değişmediği için gönül rahatlığı ile yazıyorum.
Olay bundan 1.5 ay önce bir telefon ile başladı. Hakkında bazı belgeleri elimde bulundurduğumu iddia ettiğim ve dip notlar ile bu iddiaların bir bölümünü kaleme aldığım İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Ersu Hızır’ın talimatı çerçevesinde telefon edildi, Hızır’ın benimle bir akşam yemeğinde birlikte olmak istediği ifade edildi.
Şaşırdım. Zira Hızır’ın ketum biri olduğunu, kendisine yakın isimler dışında gazeteciler ile yemek yemediğini biliyordum.
Doğal olarak yemeğin konusunu ve bu yemekte gazetecilik açısından kazancımın ne olacağını sordum.
Aldığım yanıt açıktı.
“Ersu Bey büyükşehir belediyesinde yaşananlar olumsuzluklar konusunda sizi aydınlatacak ve bunu bazı belgelerle kanıtlayacak.”
Bir kurumun ikinci ismi ile kurumdaki skandalları konuşmak, bu konuda kendisinden belge almak cidden önemliydi.
Hemen kabul ettim yemek teklifini…
Bir akşamüzeri saat 20.00’de Çankaya’da Gürel Rezidans’taki Sipari Restoran’da buluştuk.Yemeğe 10 dakika erken geldiğim için garsonların isteği ile açık havadaki bölümde bir masaya oturup beklemeye başladım.
10 dakika sonra garson Ersu Hızır’ın geldiğini ve beni masasında beklediğini söyledi. Yemek salonu kapalı bir mekan, özel bir odaydı ve içeride tek bir masa vardı.
Kendimi Bond filmlerinde oynuyormuş gibi hissettim. Güvenlik açısından çok steril ortamda bilgi alışverişinin gerçekleştirilmesine alışık değilim de...
Biraz tedirgindi Hızır…
Haklıydı aslında. Ne de olsa hep yandaş gazeteciler ile birlikte olmuş, sadece söylediklerini kaleme almışlardı.
Bu kez karşısında büyükşehir koridorlarında olup bitenlerden bir nebze haberdar, bilgi ağı geniş, muhalif olarak adlandırılan bir gazeteci vardı.
Bir iki tekledikten sonra mesajlarını vermeye başladı.
Aslında kendisi ve ekibi ile de ilgili sormayı planlamıştım. “Kuş kafese girdi, şimdi ilk yemekte ürkütüp kaçırmayalım. Kendisi dışındaki konular hakkında bilgi ve belgeleri alalım. Bir diyalog geliştirelim. Daha sonraki buluşmalarda ekibi ile ilgili sorular da sorarız” diye düşündüm.
Yemekteki ilk tespit çok önemliydi. Şöyle diyordu Hızır.
“Belediyede her şey karman çorman… Son müfettiş soruşturmalarının birinde bir belge eksik… Her tarafa bakıldı. Belge bulunamıyor. Neyse ki, altına imza attığım bütün belgelerin fotokopisini alıyorum. Eğer bu belge bende çıkmasa, belediyenin en üst düzeyi toptan çok büyük yasal sorun yaşardı. Eski genel sekreter Hasan Fehmi Mani’nin bana en önemli öğretisidir bu. O nedenle odamda 8-9 klasör belge var. Ben olmasam İzmir Büyükşehir Belediyesi çok büyük bir riskin altına girecekti…”
Yemek devam ediyor…
Ben hala yumuşak ve sevecen dinliyorum genel sekreteri…
Sonunda dayanamıyor ve soruyorum…
“Bu yemeğin esası belediyedeki yanlışlıklar ve bunların belgelenmesiydi. Nasıl olacak bu?”
Tedirgin genel sekreterin böyle bir yemeğe pek hazır olmadığı dikkat çekiyordu. Kendisine yönelik çıkışlarımı bir şekilde durdurmak, biraz da benimle ilişki kurarak olayı dengelemek niyetindeydi.
Yanıtı açıktı:
“Ben belge vermeyeceğim. Ancak seni belge bulacağın kişilere yönlendireceğim. Bakacağın alanlar; İZSU, İZFAŞ, İZULAŞ, ESHOT ve imar…”
Skandalların yoğunlaştığı kaynaklar belli olmuştu ve nedense genel sekretere bağlı olmayan, Kocaoğlu’na yakın isimlerin bulunduğu kurumlardı bunlar.
Hızır bu kurumlarda belgeleri verecek isimleri de mesajlar halinde netleştirdi.
Burada soru sormam gerekiyordu:
“Peki, bu insanlara ulaştığımda bilgi ve belge vermekten çekinirler ise ne olacak? Size belgeleri almakta zorlandığımı söylediğimde devreye girip belge-bilgi akışını kolaylaştıracak mısınız?”
Yanıt beklediğim gibiydi.
“Sen başla, zorlandığın noktada devreye girerim.”
Mesajlar alınmış, bilginin ve belgelerin gelebileceği alanlara doğru yönlenmiş, genel sekreterin hedefindeki bürokratlar saptanmıştı.
“Mesela”dedi Ersu Hızır… “Metro yakın zamanda bitecek. Ondan sonra İzmir’in küçük otobüslere ihtiyacı var. Neden hala körüklü otobüs alınıyor. Bu konuda niçin soru sorulmuyor. ESHOT’un mal ve hizmet alımları neden Bursa ve çevresine kaydırıldı? İzmirli firmalar devrede olunca alınan komisyonların kokusu çabuk mu yayılıyor?”
Allah Allah ilginç değil mi?
Tabii ki bir sonraki sorum hazırdı.
“Ya büyükşehir belediye başkanı nerede, bu ilişki ağında?
Hızır bu soruyu da çok net yanıtladı:
“Bu işler birinci adamın bilgisi olmadan yapılamaz. Kendisi ve yakın çevresi de işin içindeler…”
Ne diyeyim başka…
Olay gayet açıktı ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ikinci adamı, kurumun birinci adamını ve ona yakın bürokratlarını açıkça suçluyordu.
Onun da öğrenmek istedikleri vardı.
Hızır’ın da öğrenmek istediği şeyler vardı.
Bunlardan birincisi bugüne kadar yazdığım konulardaki bilgi kaynaklarım ve yazdıklarımın belgelere dayanıp dayanmadığı idi.
Benim de yanıtım açıktı:
“Yazdıklarımın tamamı belgelere dayanıyor. Kaynağım da tek değil. Büyükşehir koridorlarının tamamında sızıntı var. Her noktadan elime belge ve bilgi ulaşıyor.”
Hızır’ın öğrenmek istediği ikinci nokta ise bu tarz bir gazeteciliği neden yaptığım idi…
Haklıydı bu soruyu sormakta… Çevresindeki herkes bir beklenti içinde gazetecilik yaptığından, benim isteklerimi merak ediyordu.
Zengin olmak mıydı amaç? O zaman devreye girip yeterli nema sağlanabilirdi…
İyi bir yerde çalışmak mıydı? O noktada da etkili olabilirdi.
Kendisine öyle bir beklentiden söz ettim ki, Hızır’ın bu konuda adım atması mümkün değildi. Aslında bu beklentiyi tahmin ettiğini de söyledi.
20.00’de başlayıp 23.10’da sona eren yemek, fanatiği olduğu Fenerbahçe’nin maçını bile seyredemeyen genel sekreter için gerçekten zor olmuştu.
Mesajlarla belirlediği noktalara ulaşacağımı söyleyerek ayrıldım.
Bir gün sonra ilk işim Hızır’ın verdiği kurumlara ve isimlere yoğunlaşmak, oradan gelecek belge ve bilgileri elde etmekti.
Ancak nedense ulaşılan kişiler, değil belge vermek, bilgiyi bile paylaşmaktan çekiniyorlardı.
Bir haftalık araştırma sonucu buydu.
Ortada skandal yaratacak, İzmir’i sarsacak, Aziz Kocaoğlu ve ekibini çok güç durumlara düşürecek belgeler vardı. Ancak Hızır’ın önerdiği isimler bu belge ve bilgileri vermiyordu.
Bir hafta sonra, bu sistemin çalışmadığı bilgisini verdim ve belgeleri kendisinin toparlayıp tarafıma iletmesini istedim.
Aslında bir gün sonra pişman olmuştu benimle yemek yediğine Hızır. Ne de olsa elimde bu yazının konusu olan birlikte geçirdiğimiz bir akşam yemeği vardı.
Bilgi ve belgeleri kendisinin toplayacağı ve bana ileteceği bilgisi ulaştı elime…
Kendisi ile görüşmüyor, bir arkadaşım vasıtası ile iletişimi sağlıyordum.
Aradan 10 gün daha geçti.
Hızır’dan yine ses çıkmadı.
Arkadaşıma ulaştığımda, genel sekreter ile yemek yediğimin çevrede duyulmaya başlandığını, belge ve bilgi vermesi halinde genel sekreterin zan altında kalacağını, olayı soğutmak için zamanın geçmesi gerektiğini belirtti.
Biraz daha bekledim. Genel sekreterin “zamanın soğuması” tanımlaması çok muğlak idi… Bir ay da olabilirdi altı ay da…
Sonunda Ersu Hızır ile bir akşam yemeği yazısını kaleme almam gerektiğine karar verdim.
Nasıl olsa ulaşmam gereken kurumlar ve isimler belliydi. Onlara bugün ulaşmasam da o belge ve bilgiler bir başkaları tarafından süreç içerisinde bana aktarılacaktı.
Ancak böyle bir yemeği yazmak daha önemliydi. Bu yemeği ikinci bir kişi ile yemem mümkün değildi. Hele bu yemeği bir başkasının yazması olacak iş değildi.
Bir kurumun ikinci adamı ile birinci adamı arasındaki gerginlik, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ndeki skandal dizisi, bu skandalların belgelenmesi her şeyden önde gelirdi.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu… Siz gerçekten 45 derece sıcakta bile kış uykusundasınız. Uyanmanız için Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmek için döktürdüğü toplar yetersiz kalır. Devekuşu misali kafanızı toprağa gömülü tutmaya devam ederseniz, açıkta kalan uzuvlarınıza yönelik her tür tehdidi önlemek mümkün olamayacaktır…
Çevrenize dönüp bir bakın ve büyükşehri gerçekten doğru dürüst yönetmeye çabalayın.
“Her şeyi ben bilirim”edasıyla ortalarda dolaşmanız sıkmaya başladı. Beni zaten sıkıyorsunuz. Sizinle böyle bir kenti paylaşmanın dayanılmaz ağırlığını yaşamak zorunda kaldığımı da yeri geldiği için buradan bizzat ifade etmek isterim. Aklınız ererse biraz Socrates okumaya çalışın. “Tek bildiğim şey, hiç bir şey bilmediğimdir” felsefesini algılamaya çalışın.
Gördüğünüz (görebiliyorsanız eğer) gibi arkanızdan bir sürü iş çevriliyor. Ve bunların büyük bölümü bana kadar ulaşıyor.
NOT 1: İZSU Genel Müdürü Ahmet Alparslan, İZFAŞ Genel Müdürü Doğan İşleyen, İZULAŞ Genel Müdürü Zeynel Canol, ESHOT Genel Müdürü Gül Şener, büyükşehir imar bölümündeki görevliler ve dahi komisyon üyeleri… Hızır’ın ifade ettiği belge ve bilgilere ulaşmam sanıldığı kadar zor değil. İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri’nin sizleri işaret etmesini dikkate almanız gerekiyor. Ne yaparsınız bilemem. Ağabeyiniz Kocaoğlu’nun arkasına mı saklanırsınız, gidip onun odasında ağlar mısınız? Ortada genel sekreterin söylediği bazı şeyler varsa yakında çıkar, bunu bilin… Ama genel sekreter ve ekibinin bilmediğimiz yamukları var ise onları da biz bilelim. Bakın sırf sizin için o gün akşamüstü, plaj voleybolu oynamak yerine, kavurucu sıcakta yazlıktan İzmir’e indim. Yani “Sizin için saçımı süpürge ettim” desem yeridir. Bu çabalarımın hakkını vermeniz gerekiyor değil mi?
NOT 2: Genel sekreter ile ilişkiyi sağlayan arkadaşıma… Bu yazıyı okuduktan sonra “Neden yazdın Süleyman” diye lütfen aramayın. Time is up. I can’t help anymore. Nedenlerini sıraladım. Söyleyecek başka sözüm yok.
NOT 3: Eğer Aziz Kocaoğlu yazılarımı belli bir süre durdurmak için bu yemeği şahsen planladı ve genel sekreteri kullandı ise gerçekten yapacak bir şey yok… Büyükşehir belediye başkanımız da dahil “Conspiracy Theory” konusunda İzmir’de çok sayıda başarılı insan olduğunu kabul etmek zorundayız. Ve bizim naif tavrımız bu tarz insanlarla mücadele etmemizi mümkün kılmıyor.
NOT 4: Zamanı gelince defterimin dürüleceğini söyleyen sportif genel müdür mü varmış büyükşehir sınırlarında. Ağabeyinin defteri dürülüyor, kendisine de sıra gelecektir… Merak etmeyiniz…
NOT 5: Bundan sonra kimse benimle yemek yemeyecek. Dolayısıyla bu yazıdan sonra “yemekteyiz” programını bir süreliğine rafa kaldırmam gerekiyor.
NOT 6: Haydar Bal’ın evinin altında Grand Plaza’nın deposu varmış. Adamdaki şansa bakar mısınız?
NOT 7: Büyükşehir yetkilileri Dünya Basketbol Şampiyonası’nın Türkiye ve İzmir için önemini şimdi kavradılar mı? Sonra gidip AKP’ye çatıyoruz. Başbakan Erdoğan bile zamanı olduğunda maçları izliyor. Başbakanın boş zamanı ile büyükşehir yetkililerinin zamanını mukayese mi etmeliyiz yoksa? Tabii ki başbakanın maçta olduğu için molalarda Rus kızlarının şovlarının yasaklanması da gerçekten tartışılması gereken bir durum. Ayrıca Halkapınar’da maçların oynandığı saatlerde büyükşehirden gelen kanalizasyon ekibi, yeni spor salonunun tıkanan foseptiği ve dahi akan çatısı…
NOT 8: “Yemekteyiz” programından sonra şimdi sırada “Yemekteler” programı var. Önder Sav’ın önceki günkü İzmir ziyaretinde verilen öğle yemeğinde Sıtkı Kürüm ile Önder Sav ve Abdürrezzak Erten bir kez bile selamlaşmadılar. Masalarda birbirlerinden ayrı yerlere oturdular. Bu üçlü kavga etmeden önce diz dize oturmayı çok severdi. Demek mesele hayli büyük… Bu üçlünün konuşmadıkları bilgisini masadaki diğer CHP’liler verdi. Yani o yemekte masada cep telefonları ile konuşanlardan çoğu bana bu bilgiyi vermek için arıyordu. Herkes bir izlemede, bir izlemede ki sormayın… Neyse benim çağrıma uydular da bu üçlü 45 saniye bir araya gelerek Karabağlar Belediyesi basın birimine “Birlikteyiz, birbirimizi hala çok seviyoruz” fotoğrafı verdiler. Biz de inandık. Bu şekilde yazmaya devam edersem belki bu üçlüyü yeniden barıştırabilir, ekibin devamlılığını sağlayabilirim değil mi?
NOT 9: Önder Sav’da yaşlanma belirtileri görüyorum. Ne demiş Sav, Ercan Tatı’nın MYK’da çıkan kararı için. “MYK’da kurulan komisyonun yaptığı çalışmadan sonra verdiği rapor doğrultusunda bunun disiplin suçu oluşturacak boyutunu gördük. Neticede MYK bir iddia makamıdır. O iddiasını yapar, yargılayacak olan YDK’dır.”
Hani partiye dün YTP’den gelen Rıfat Nalbantoğlu olsak, yiyeceğiz bu açıklamayı. Ama gerçek CHP’liler bilir ki, YDK (Yüksek Disiplin Kurulu), MYK’nın kararına karşı durursa GDK olur. Diğer ifade ile Gitti Disiplin Kurulu… Yani MYK kararına karşı çıkacak YDK üyelerinden hiçbiri milletvekilliği adaylığını aklına bile getirmesin… Bende de yakında bu makamı ziyaret edeceğim gibi bir düşünce gelişmeye başladı ya hayırlısı… Neyse ki benim bu makama ziyaretime neden olacak kişi veya kişilerin akıbeti, Alaattin Yüksel’in geçmişte yaşadıklarına da benzeyebilir.
NOT 10: Bir sonraki yazım sonuçları çok tartışılacak ilginç bir anketi hedef alacak.
Egenin Sesi 01 - 09 - 2010
1 Eylül 2010 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder