Ezilenler ve ezenler…
Yıllarca meseleyi sadece bu noktada çözümleyip ezilenlere destek çıktım, ezenleri eleştirdim.
1980 öncesi daha 17 yaşında iken Kürt hakları için daha çok mücadele veren sosyalist örgüt Kurtuluş grubu içinde çalıştığımda da yaptım. Rızgari, Ala-Rızgari gibi PKK öncesi Kürt grupları ile Kurtuluş içerisinde İstanbul Üniversitesi’nde birlikte mücadele ettim.
Bu nedenle 12 Eylül 1980’de işkencenin üst seviyelerini yaşadım.
Türkiye’de giderek artan yangına doğru çözümler bulmaya, bunları tartışmaya çalıştım.
Yıllar sonra CHP içerisinde yine bu ayırımcılığa karşı durdum. Hatta Abdürrezzak Erten’in geliştirmeye çalıştığı “Gri Proje”ye destek verdim. Sadece siyahlar, sadece beyazlar olmaz İzmir’de diye…
Şu sütunda bunu vurgulamak isterim. Yaklaşık 30 yıllık politik hayatımda sadece bir tarafın özeleştiri yapması ile bir çözüm üretilmiyor.
Bugüne kadar “Biz de yanlış yapıyoruz” diyen, elini taşın altına koyan doğu kökenli birine maalesef rastlamadım.
Hep, “biz eziliyoruz, bizim hakkımız” edebiyatı.
Sağlıklı bir açılım da gelmiyor doğudan. Kürt entelektüelleri de ortak bir noktada bir çözüm üretemiyorlar.
Nitekim ABD Türkiye Büyükelçisi, BDP milletvekili Sırrı Sakık ile görüşmesinde şu noktayı açıkça belirtti:
“Türkiye’den ayrılırsanız, Kürt devleti üçüncü sınıf bir Ortadoğu devleti olur, Türkiye tam Batılı bir ülke olarak hayatına devam eder.”
Bunun net açılımı şudur: “Siz kültürel yaşam çerçevesinde tek başınıza Batılı, demokratik bir devlet olmayı başaramazsınız. Türkiye ile birlikte olmak zorunda, Türkiye’nin lokomotifi üzerinden yürümek zorundasınız.”
Yıllarca Türkiye karşıtlığı nedeniyle PKK’ya destek veren Yunanlılar da son dönemde bu konuya aynı pencereden bakmaya başladılar.
Neden?
Çünkü yaşam pratikleri içerisinde aynı kültürel yapıda almadıklarını gördüler. Hem de ciddi örneklerle.
Yunan gazetelerinin üçüncü sayfalarına şöyle bir göz atarsanız, sadece demokrasi için mücadele eden ve evlerini açan bazı Yunanlıların ne tür sorunlar yaşadığını görürsünüz.
Bu tür örnekler az olsa da herkesin bildiği gibi toplumun genelini bir anda etkileyebilir.
Dolayısıyla sadece ezildiği için ezilenlerin her attığı adımın doğru olmadığını vurgulamak istiyorum.
Hatta daha ileri giderek şunu da söylemek istiyorum: Sağda solda kurulan hemşeri derneklerinin de bu olayı körüklediği kanısındayım. Bu derneklerin siyasette aktif olmaları ve siyasi partilerin de bu derneklere destek vermelerine karşıyım. Her ne kadar Kocaoğlu bu dernekleri çok sevse de maalesef bu derneklerin oynadıkları rol, bugünlerde yaşanan sorunları azaltmıyor, tersine artırıyor.
Bir önceki yazımda belirttiği Ürkmez’deki doğu-batı sorununun ana kaynağı olan yapının bu beldede yaşamını sürdürebilmesi için Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer’den ricacı olan kim?
Koçali Al…
Koçali Al’ın kim olduğunu herkes biliyor sanırım.
Bu kadar yıl uluslararası platformda ülkeler ve toplumlar arası barış diyalogunun gelişmesi üzerine yüzlerce sivil toplum örgütü ile çalıştım.
Ama şimdiye kadar Selanikliler Derneği, Moskovalılar Birliği, Berlinliler Dayanışma Derneği ya da Londralılar Federasyonu gibi bir hemşeri derneği ya da örgütlenmesi görmedim.
Çok yazıp çizdiğim Mardinliler ise İzmir’de iki dernek kurdular. Birisi AKP’ye yakın, diğeri CHP’ye…
Yarın bir başka siyasi çizgi Türkiye’de hakim olur ise üçüncü derneğe de hazır olmak gerekiyor.
Yine bir önceki yazımda değindiğim Karabağlar konusuna yeniden atıfta bulunuyorum. Bir CHP’li belediye meseleye kendi ideolojisi çağdaşlık olarak bakmalı ise nasıl oluyor da AKP’ye yakınlığı ile bilinen bir şirket ile organik ilişki kuruyor?
Nedeni çok açık… Şirket sahibi Bitlisli, belediye başkanı Bitlisli…
Sadece CHP’nin değil, AKP’nin de hemşeri derneklerinin fonksiyonlarını sorgulaması gerektiği kanısındayım.
Bir önceki yazımda 30 yıl sonrasını düşünerek proje geliştirilmesinden söz ettim.
Misak-ı Milli gibi bir sorunum da olmadı.
Keza Misak-ı Milli’nin oluşturulduğu dönemde Türkiye’nin sınırlarının bize anlatıldığının dışında İngilizler tarafından çizildiğini de ayrıca vurgulamak gerekiyor. Yıllarca Suriye sınırında bayram törenlerinde yaşanan sülale birleşimini başka hangi mantıkta kavrayabiliriz ki… Ya da Hatay’ın daha sonra Türkiye’ye ilhakını…
Dolayısıyla 80 yıl sonra o günkü sınırların ne olduğunu tartışmak son derece doğal, 30 yıl sonra yine aynı tartışmayı yapmak da…
Sonuçta Avrupa Birliği’nin merkezi sayılacak Belçika’da bile bugün Volanlar ile Flamanların bölünmeyi isteme durumuna geldiler…
Ben sadece her şeyin tartışılması, içi boş kavramlarla, basit yargılar ile sağlıklı bir sonuca ulaşılamayacağını vurgulamaya çalışıyorum.
Ancak gördüğüm kadarıyla bazı okuyucularım bunlara dayalı yorum yapmayı seviyor.
CHP içini bilmeden, günlük siyaseti öğrenmeden önce kimseye “Sen nerelisin, hangi mezheptensin” diye sormazdım. Bana göre her insan insandı. Ancak o kadar çok sorana rastladım ki bu dönemde, büyük bölümü de maalesef doğu kökenli idi, bu soruyu maalesef ben de şimdilerde doğal karşılamaya başladım.
Bu da günlük siyasetin açmazı…
Umarım bu gelişmeleri ortadan kaldıracak daha çağdaş bir projeyi geliştirebilir CHP…
Ama bu yapı ile şimdilik maalesef…
Son bir not İzmir’in multi-kültürel yapısı üzerine…
Maalesef o yapıyı biz, Kurtuluş Savaşı sırasında kaybettik. Şimdi ise sadece avunuyoruz…
Egenin Sesi 30 - 07 - 2010
30 Temmuz 2010 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder