Her gün bir konu üzerine yorum yapmak veya bilinen bir olayın geleceği hakkında konuşmak hem bu köşenin yazarının hem de okuyucusunun dinamizmini engelliyor. Bu çerçevede bundan böyle pazartesi günleri farklı bir tarz, farklı bir uslup denemeyi düşünüyorum. Bu sütunda belli konular üzerine yapılacak yeni açılımlar hakkında olumlu veya olumsuz eleştirilerinizi bekliyorum. Yazar-okuyucu ilişkisinden çıkıp bir fikir jimnastiği konumuna dönüşecek, toplumumuzda tabu olarak görülen konuların tartışılacağı bu sütun, Türkiye'de modern, değişimci, batılı tarzda demokratik bir yapının oluşmasına yardımcı olacaktır.
Bugün tartışmaya açacağım ilk tabu: Harf Devrimi... Sizce Mustafa Kemal'in 1 Kasım 1922'de gerçekleştirdiği Harf Devrimi'nin amacı Türk halkının Osmanlıca'nın zorluğundan kaynaklanan okuma yazma konusundaki açmazının yok etmek miydi, yoksa Osmanlı'dan politik ve kültürel anlamda kopuşun bir simgesi olarak mı düşünüldü? Bu satırların yazarı için ikinci eltarnatif ağır basıyor.
Harf devrimi bana göre politik bir karar. Ve "modern" Türkiye yaratmak isteyen Mustafa Kemal'in geçmişin izlerini silmek, kültürel ağırlığını ortadan kaldırmak için kendi dönemi ve bakış açısına göre aldığı iyi bir taktik karardı. Toplum, özellikle 28 sonrası yeni jenerasyon, "Modern Türk Devleti"nin isteğine göre şekillenecek, 600 yıllık Osmanlı'ya ve onun ideolojisine kültürel anlamda kültürel anlamda bir darbe indirilecekti. Aşı tuttu. Harf Devrimi'nin yanısıra kurulan Türk Dil Kurumu da, dilde yer alan Arapça ya da Farsça sözcüklerin yerine ürettiği yeni sözcüklerle bu süreci hızlandırdı... Ve belki de Türkiye dünya üzerinde bugüne kadar görülmemiş bir hızla dil devrimini tamamladı."Tamamladı" diyorum çünkü günümüz Türkiye'sinde liseden mezun olan bir genci bırakın eski yazı okumayı, 1910 yılında yazılmış ve Latin alfabesine çevrilmiş bir metni anlaması mümkün değil.
Anlasa ne olacak sorusu gelebilir burada. Bence Türk genci Osmanlıca okuyabilse ve okuduğunu anlayabilse günümüz Türkiye'sini yorumlamakta bu kadar zorlanmaz, taşları daha doğru bir şekilde yerine oturtabilirdi. Doğru bilgiye tek bir ideolojik perspektifte yaklaşmak yerine, kaynağa inerek karşılaştırma yapma şansına kavuşurdu. Türkiye'da var olan temel çelişkileri, Kürt sorununu, İslami akımların yapısal özelliklerini, Türkiye-Batı toplumu ilşikisi çelişkisini toplumsal tarih bilinci içinde kavrama şansına sahip olurdu.
Türk toplumu maalesef talihsiz bir toplum. Sosyal tarih çalışmalarının bulunmadığı, politik tarihin bile sadece savaşlar ve barışlar olarak dikte ettirildiği bir toplumda farklı sosyal sınıflar, milliyetler, dinsel bakış açıları arasında bir uyum yaratmak güç oluyor. Halkın tek bir ideolojik pencereden bakması ya da bakmak zorunda kalması belki sistemin bir süre işlemesini sağlıyor, ama var olan sistem bir süre sonra kendini üretmekte zorlanıyor. Üretimsizlik nedeniyle bugüne kadar üretilenleri dışarıdan gelen baskılara karşı koruma inhtiyacı hissediyor. Korumak istedikçe çevresindeki zarı kalınlaştırıyor, ve dış dünya ile ilişkisini kesiyor. Bu aşamadan sonra ne yapılabilir? Zor bir soru. Kendi kabuğuna çekilmiş yapının kırılması çok güç. Bence atılacak en önemli adım Türkiye'de tabu olarak kabul edilen konular üzerinde tartışalacak bir ortam yaratmak. Bunu başarabilirsek, hem batı tarzı demokratik devlet oluşturma yolunda önemli bir adım atmış oluruz, hem de sorunları tartışmaya açmak ile devleti yıkma arasında bir ilişki olmadığını anlatırız.
YENİ ASIR 04 - 10 - 1999
10 Nisan 1999 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder