Şikâyet edilmişim…
Kim tarafından?
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu tarafından…
Nereye şikâyet edilmişim?
Basın Konseyi’ne…
Aziz Kocaoğlu tarafından Basın Konseyi’ne şikayet edilmemin gerekçesi ne?
Şöyle yazıyor Kocaoğlu dilekçesinde… “Makamımca Genel Sekreter Ersu Hızır hakkında 03 - 09 – 2010 tarihinde inceleme ve soruşturma başlatılmıştır. Süleyman Gençel’in ilk yazısında haber konusu yaptığı ve sonraki 4 yazısında da arkasında durduğu görüşmenin muhatabını 40 gün sonra, Ersu Hızır’ın düşüncelerini kendisine Ersu Hızır gibi aktardığını belirten dost olarak 50 gün sonra da Grand Plaza eski Müdürü Birol Soylu olarak değiştirmek suretiyle bilinmeyen bir nedenle kendisini yalanlaması, inceleme ve soruşturma sırasında gerçeğin belirlenmesini güçleştirmiştir…”
Demek ki olay öyle muğlaklaştırılmış ki, Kocaoğlu Basın Konseyi’ne bu muğlaklaştırmadan beni sorumlu tuttuğu için dert yanıyor.
Süreci anlamadıysanız, bana ne…
Hem ben Ersu Hızır’ı görevine son verin diye yazı yazmadım ki… Ben büyükşehirdeki bazı sorunları gündeme getirdim. Siz Ersu Hızır’ın benimle yemek yediği gerekçesi ile yetkilerini elinden aldınız.
Üstelik şikayet dilekçenizde benim ifademi Basın Konseyi’ne göndermişsiniz. Gizli olduğunu söylediğiniz bir soruşturmadaki bir ifade nasıl sizin elinize geçiyor ve bunu kendi amaçlarınız için kullanabiliyorsunuz. O zaman Teftiş Kurulu’nuzun raporunu da açıklayın. İfade aldığınız diğer insanların açıklamalarını da. Bırakın halk karar versin.
Hem kafanızdaki sonuçları yaratamadığınız, sistemi doğru kurgulayamadığız için mi bana kızgınsınız. İstedikleriniz gerçekleşmediği için mi sağa sola çatıyorsunuz.
Şikayet yeriniz ise daha bir garip.
Vallahi çok korktum…
Şimdi bu Basın Konseyi bana işkence yapar mı acaba…
Sayın Aziz Kocaoğlu...
Size bu aklı kim verdi ise kendisiyle tekrar konuşun…
Basın Konseyi 1980 askeri darbesinden sonra kurulan üye olarak zamanın İstanbul Valisi Nevzat Ayaz’ın bile içinde bulunduğu bir garip kurum.
Dolayısıyla benim gazetecilik mesleğimi ölçme şansına ve dahi yetisine sahip değil.
Basın Konseyi bu kuruma üye olan basın kurumlarındaki gazetecileri bağlar. Tabii ki eğer gazeteci kendi imzası ile bu kuruma üye olur ise…
Üstelik son yaşanan tartışmalardan sonra Zaman Gazetesi, Anadolu Ajansı ve TRT de bu konseyden çekildi.
Dolayısıyla bugün Basın Konseyi dediğimiz şey Hürriyet Konseyi olarak anılmaktadır.
Ben de Hürriyet Gazetesi’nde çalışmadığıma göre bu konsey beni hiç bağlamaz.
Kaldı ki Hürriyet’te çalışsaydım bile böyle bir kuruma üye olmayı düşünmezdim.
1989 yılından beri bu kentte gazetecilik yapıyorum. Gazeteciliğin gerekçesi olan 212 Kanunu’na bağlı olarak çalışsam bile yıllar önce hak ettiğim sarı basın kartını almadım. Bana göre sarı basın kartını demokratik olarak nitelendirdiğimiz Avrupa Birliği üyesi ülkelerde gazetecilere basın kartları sendikalar tarafından verilir. Sadece bizim ülkemizde basın kartları başbakanlık tarafından verilmektedir. Benim devletin beni gazeteci olarak tanımlaması ya da tanımlamaması gibi bir sorunum yok.
Üstelik böyle bir karta hiç ihtiyacım olmadı. Beni gazeteci olarak bilen bilir. Kart ile kendimi tanıtmama da hiç gerek yok zaten.
Ben bunları neden anlatıyorum ki… Ne kadarını anladığınız ben de merak ediyorum açıkçası.
NOT: Bugünlerde CHP siyaseti üzerine yapılan en iyi benzetme bir belediye başkanından geldi. "Askerlikte bazen en arkada olursunuz. Ancak "geriye dön" komutu ile bir anda kendinizi en ön sırada bulursunuz. Komuttan önce en önde olduğu için şişinen de bir anda kendini kuyruk toplayıcısı olarak bulur..."
PAUSE HABER: 11 - 11 - 2010
11 Kasım 2010 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder