CHP İzmir İl Örgütü, İzmir milletvekilleri ve PM üyelerinin katıldığı, yerel seçimlere hazırlık çalışmalarının değerlendirildiği bir toplantı düzenledi. Bu toplantının neden bugün ve neden böyle bir ekiple yapıldığı konusunda şüphelerim var. Toplantının "ana nedenlerini" daha sonra değerlendireceğim. Çünkü "tehlikeli" ve "derin" konular...
Gazetelerde haber olmayacak bazı noktalarını öne çıkaralım CHP toplantısının...
1 - Alaattin Yüksel, genel seçimlerde İzmir'i başarılı bulduğunu söyledi. Kendisi ya son günlerde Mars'ta yaşıyor ya da lisede matematik derslerinde sorunlu bir öğrenciydi. Tek doğru söylediği nokta, Narlıdere ilçesinin yüzde 50 üzerinde oy aldığı için başarılı olduğu gerçeğiydi. Ancak, bu başarının ardındaki ismi nedense "pas" geçti.
2 - Bülent Baratalı, Girit kökenli olup Ayvalık'ta doğanların Kıbrıs'ta ortaya konulan Kofi Annan planını yeniden düşünmeleri gerektiğinin altını çizdi. Biraz üzerime alındım. Baratalı'yı, güvercinden şahinliğe doğru giden ince çizgide gördüm. Belki de genel parti politikalarının öne çıkışı ve kendi düşüncelerini yansıtmaması yarattığı bu havayı.
3 - Kıbrıs uzmanı Hakkı Akalın, evinin duvarlarındaki resimlerinin de kendisine ait olduğunu, Kıbrıs kitaplarını da kendisi için yazdığını söyledi. Duvardaki resimler, Akalın'ın kendine özel alanı içerisinde. Ancak kitap yazdığınızda ve bunu bastırdığınızda kamuya mal oluyor. Dolayısıyla bu tür eleştirileri karşılamak zorunda kalıyorsunuz. Buna rağmen CHP'nin önemli ve üretken isimlerinden.
4 - Kulislerin önemli konusu, yerel adaylar ön seçimle mi yoksa merkez yoklamasıyla mı belirleneceği idi. İbrenin merkez yoklamaya döndüğü, özellikle büyük kentlerde ön seçim olmayacağı açık seçik belli olmaya başladı CHP'de.
5 - Canan Arıtman, AKP'nin e-devlet tanımına eleştiri yağdırdı. "Önce e-Meclis yaratsınlar. Milletvekillerinin bilgisayarları bile yok. Herkes kendisi satın alıyor ve odalarına koyuyor" dedi.
6 - Yücel Özen, Bülent Baratalı'nın danışmanı olmuş. Bu bir vefa. Baratalı'nın bu konudaki hassasiyeti herkes tarafından iyi bilinir.
7 - Allaattin Yüksel milletvekillerini tek tek saydı; ancak Yılmaz Kaya'yı unuttu. İsterse kendisine 16 kişilik CHP İzmir milletvekili listesi fakslayabilirim.
8 - İçeride politikacılar kulisteyken, dışarıda makam şoförlerinin ayrı bir kulisi vardı. Ancak tartışmanın konusunu kendime saklıyorum. Biraz özel olduğu için!
Toplantı notları bunlar. Ancak tekrar yineliyorum. Bu "bıçak" toplantısının nedenlerini daha sonra tartışacağım.
HABER EKSPRES 29 - 12 - 2002
29 Aralık 2002 Pazar
5 Aralık 2002 Perşembe
Başcasus konuştu
Başcasus Senih Özay konusunda ilginç tepkiler yağdı dün gazeteye...
İlk telefon Senih Özay'ın kendisinden geldi. Kısa bir tekzip metni gibiydi söyledikleri.
"Beni şişman, kel kafalı göstererek, kadınlar karşısında küçük düşürmüşsün. Kadınlar beni yakışıklı buluyor ve tespitlerini şiddetle kınıyorlar. Üstelik ben Çerkezce ve az Fransızca biliyorum."
Senih Özay'ın dil konusu pilav üstü az kuru fasulye gibi... Çerkezce bildiğini kanıtlaması için Çerkezce konuşması gerekiyor. Hoş konuştuğunun Çerkezce olduğunu anlamak için bir ekspere intiyacım olacak. Üstelik Senih Özay'ın resmine bir bakın. Sean Connery ile bir benzerlik bulabilecek misiniz? Üstelik Sharon Stone'u bile tanımıyor.
Miko Kafe'nin sahibi Cenap ise bir başka tekzip metnini telefonda okudu. Senih Özay'ın Ümit Erdem ile sürekli bara gelmesi ve birtakım insanlarla konuşması nedeniyle kafenin bir "casuslar barı" olarak anılacağı konusunda ciddi endişeleri olduğunu söyledi.
Casuslar barı...
Aslında Miko'nun ismini bu şekilde değiştirmekte yarar var aslında.
Barodan arayan bir avukat ise başcasus Senih Özay'ın bu davada savunacak 80 avukattan biri olduğunu, kendisinin bana karşı bir tekzip hazırlanması için başcasustan bir talimat aldığını belirterek, "Başcasus müvekkilimin bu konuda ciddi mi, gayrıciddi mi olduğunu bir türlü anlayamadım. Lütfen bu konuda bana yardımcı olabilir misiniz" sorusunu sordu.
Yanıtım kısa ve sert oldu:
"Ben yeteneksiz başcasusların avukatlarıyla konuşmamayı kendime ilke edindim."
Avukat Şehrazat Mercan ise başcasusun yabancı dil bilmediğini kabul ediyor ama ekliyor:
"2000 yılında Bergama konulu Ören'de bir toplantıya gittik. Yabancı casuslar da vardı. Senih Özay dil bilmemesine karşılık tam iki saat konuştu. Kendisi gibi çok konuşan Prof. Ümit Erdem ise konuşmak için beklemekten fıtık olacaktı az daha..."
Şehrazat Mercan'ın bu açıklaması dünkü yazımda "Senih Özay, yabancı casuslarla nasıl anlaşıyor" soruma bir yanıt oldu.
Bu yazıdan çıkarılacak çok şey olduğu kesin. Hablemitoğlu'nun da bu yazıdan elde edeceği birçok bilgi olduğu kanısındayım.
Sanırım bu yazıyı Almanya Başbakanı Schröder de okuyacak, Alman vakıfları ile ortak çalışan yeteneksiz başcasus Senih Özay'ı daha iyi tanıyacak ve Kopenhag öncesi yeniden görüşeceği Tayyip Erdoğan'a şu soruyu soracaktır:
"Hem bizden tarih almak için kapımızı aşındırıyorsunuz, hem vakıflarımızı casus yatakları olarak suçluyor, hem de çok sevdiğimiz Senih Özay'ı başcasus olarak değerlendiriyorsunuz. Nasıl oluyor bu iş?"
HABER EKSPRES 05 - 12 - 2002
İlk telefon Senih Özay'ın kendisinden geldi. Kısa bir tekzip metni gibiydi söyledikleri.
"Beni şişman, kel kafalı göstererek, kadınlar karşısında küçük düşürmüşsün. Kadınlar beni yakışıklı buluyor ve tespitlerini şiddetle kınıyorlar. Üstelik ben Çerkezce ve az Fransızca biliyorum."
Senih Özay'ın dil konusu pilav üstü az kuru fasulye gibi... Çerkezce bildiğini kanıtlaması için Çerkezce konuşması gerekiyor. Hoş konuştuğunun Çerkezce olduğunu anlamak için bir ekspere intiyacım olacak. Üstelik Senih Özay'ın resmine bir bakın. Sean Connery ile bir benzerlik bulabilecek misiniz? Üstelik Sharon Stone'u bile tanımıyor.
Miko Kafe'nin sahibi Cenap ise bir başka tekzip metnini telefonda okudu. Senih Özay'ın Ümit Erdem ile sürekli bara gelmesi ve birtakım insanlarla konuşması nedeniyle kafenin bir "casuslar barı" olarak anılacağı konusunda ciddi endişeleri olduğunu söyledi.
Casuslar barı...
Aslında Miko'nun ismini bu şekilde değiştirmekte yarar var aslında.
Barodan arayan bir avukat ise başcasus Senih Özay'ın bu davada savunacak 80 avukattan biri olduğunu, kendisinin bana karşı bir tekzip hazırlanması için başcasustan bir talimat aldığını belirterek, "Başcasus müvekkilimin bu konuda ciddi mi, gayrıciddi mi olduğunu bir türlü anlayamadım. Lütfen bu konuda bana yardımcı olabilir misiniz" sorusunu sordu.
Yanıtım kısa ve sert oldu:
"Ben yeteneksiz başcasusların avukatlarıyla konuşmamayı kendime ilke edindim."
Avukat Şehrazat Mercan ise başcasusun yabancı dil bilmediğini kabul ediyor ama ekliyor:
"2000 yılında Bergama konulu Ören'de bir toplantıya gittik. Yabancı casuslar da vardı. Senih Özay dil bilmemesine karşılık tam iki saat konuştu. Kendisi gibi çok konuşan Prof. Ümit Erdem ise konuşmak için beklemekten fıtık olacaktı az daha..."
Şehrazat Mercan'ın bu açıklaması dünkü yazımda "Senih Özay, yabancı casuslarla nasıl anlaşıyor" soruma bir yanıt oldu.
Bu yazıdan çıkarılacak çok şey olduğu kesin. Hablemitoğlu'nun da bu yazıdan elde edeceği birçok bilgi olduğu kanısındayım.
Sanırım bu yazıyı Almanya Başbakanı Schröder de okuyacak, Alman vakıfları ile ortak çalışan yeteneksiz başcasus Senih Özay'ı daha iyi tanıyacak ve Kopenhag öncesi yeniden görüşeceği Tayyip Erdoğan'a şu soruyu soracaktır:
"Hem bizden tarih almak için kapımızı aşındırıyorsunuz, hem vakıflarımızı casus yatakları olarak suçluyor, hem de çok sevdiğimiz Senih Özay'ı başcasus olarak değerlendiriyorsunuz. Nasıl oluyor bu iş?"
HABER EKSPRES 05 - 12 - 2002
Etiketler:
Yerel Siyaset
3 Aralık 2002 Salı
Yeteneksiz başcasus
Ankara eski DGM Başsavcısı Nuh Mete Yüksel'in ortaya attığı casusluk iddialarına yönelik ilk duruşmaya "başcasus" avukat Senih Özay katıldı. Ancak duruşmada, 40 gün boyunca iddianameyi aradığını, ancak eline yeni ulaştığını söyleyen Özay'a mahkeme hak verdi ve talimat duruşmasını 9 gün sonraya erteledi.
Adam hem casus, hem de iddianameye ulaşamıyor. Bu iddianame gazetelerde yayınlandı, herkes okudu ancak bir türlü Senih Özay'ın eline geçmedi. Benim bildiğim casuslar, bir gün içinde istedikleri bilgiye ulaşır, savunmalarını da verirlerdi. Anlaşılan soğuk savaş dönemi bittikten sonra casusların kabiliyetlerinde gözle görülür bir gerileme var anlaşılan...
Aslında ana problem Senih Özay'ın Alman casusu olmasından kaynaklanıyor. Amerikan, İngiliz, İsrail ya da Rus ajanı olsa hiç problem yaşamazdı. CIA, KGB, MOSSAD, MI-5 gibi köklü casusluk kurumlarından gerekli dersleri alır, Nuh Mete Yüksel'in özel yaşamını gazetelere yansımadan önce öğrenirdi.
Ama Senih Özay ne yaptı?
Almanlar hesabına çalışmayı tercih etti. İddianame eline geçecek diye 40 gün boyunca avare avare dolaştı. Miko Kafe'de yakın arkadaşı Ümit Erdem ile rakı içerek, "Ne olacak bu memleketin hali" tartışmalarına girişti. Arada bir yanlarına gelen, yine bir öğretim üyesi olan en Kemalist arkadaşının dile getirdiği "Türkiye'yi yabancılardan kurtaralım, yerli malı yurdun malı" sloganlarını sıkılmadan dinledi.
Aslında benim en merak ettiğim konu Senih Özay'ın casusluk faaliyetleri sırasında Almanlarla nasıl iletişim kurduğu?
Adamın tek bildiği yabancı dil Türkçe... Kendisini 10 yıldır tanırım. Bu kadar yıl Almanca bildiğini benden sakladıysa bravo.
Üstelik James Bond filmlerinden seyrettiğim kadarıyla, ajan dediğin kelli felli olur. Yakışıklıdır, kızları kendisine aşık eder...
Senih Özay'a bakıyorsun... Saçlar dökük, göbek yerinde... Üstelik, "Kalbim ağrıyor, şekerim var, yakında bu diyardan göç edeceğim" tavrına girmiş. "Havası iyi geliyor" gerekçesiyle haftasonlarını Karaburun'da geçiriyor.
Yoksa, ayna ile güneş ışığını yansıtarak Sakız Adası'ndaki Alman ajanları ile mi görüşüyor?
O'nu en iyi Nuh Mete Yüksel ile bu davanın açılmasına neden olan kitabın yazarı Necip Hablemitoğlu bilir herhalde.
İşin asıl ilginç noktası, Türkiye'de faaliyet gösteren ve ajanlık faaliyetleriyle suçlanan Alman vakıflarının düzenledikleri organizasyonlara katılan gazetecilerin sayısı. Ben, son 7 yılda en az 20 toplantıya katıldım. Türkiye'de çeşitli gazetelerde çalışan ve aralarında çok ünlü isimlerin bulunduğu ortalama 400 gazetecinin de bu toplantılara katıldıkları için ajan olması gerekiyor.İlginç ve eğlenceli bir dava olacağı kesin.
Yeteneksiz başcasus ve 80 kişilik ünlü savunma avukatları ile bu davanın uluslararası arenada da ilgi çekeceği kesin.
HABER EKSPRES 03 - 12 - 2002
Adam hem casus, hem de iddianameye ulaşamıyor. Bu iddianame gazetelerde yayınlandı, herkes okudu ancak bir türlü Senih Özay'ın eline geçmedi. Benim bildiğim casuslar, bir gün içinde istedikleri bilgiye ulaşır, savunmalarını da verirlerdi. Anlaşılan soğuk savaş dönemi bittikten sonra casusların kabiliyetlerinde gözle görülür bir gerileme var anlaşılan...
Aslında ana problem Senih Özay'ın Alman casusu olmasından kaynaklanıyor. Amerikan, İngiliz, İsrail ya da Rus ajanı olsa hiç problem yaşamazdı. CIA, KGB, MOSSAD, MI-5 gibi köklü casusluk kurumlarından gerekli dersleri alır, Nuh Mete Yüksel'in özel yaşamını gazetelere yansımadan önce öğrenirdi.
Ama Senih Özay ne yaptı?
Almanlar hesabına çalışmayı tercih etti. İddianame eline geçecek diye 40 gün boyunca avare avare dolaştı. Miko Kafe'de yakın arkadaşı Ümit Erdem ile rakı içerek, "Ne olacak bu memleketin hali" tartışmalarına girişti. Arada bir yanlarına gelen, yine bir öğretim üyesi olan en Kemalist arkadaşının dile getirdiği "Türkiye'yi yabancılardan kurtaralım, yerli malı yurdun malı" sloganlarını sıkılmadan dinledi.
Aslında benim en merak ettiğim konu Senih Özay'ın casusluk faaliyetleri sırasında Almanlarla nasıl iletişim kurduğu?
Adamın tek bildiği yabancı dil Türkçe... Kendisini 10 yıldır tanırım. Bu kadar yıl Almanca bildiğini benden sakladıysa bravo.
Üstelik James Bond filmlerinden seyrettiğim kadarıyla, ajan dediğin kelli felli olur. Yakışıklıdır, kızları kendisine aşık eder...
Senih Özay'a bakıyorsun... Saçlar dökük, göbek yerinde... Üstelik, "Kalbim ağrıyor, şekerim var, yakında bu diyardan göç edeceğim" tavrına girmiş. "Havası iyi geliyor" gerekçesiyle haftasonlarını Karaburun'da geçiriyor.
Yoksa, ayna ile güneş ışığını yansıtarak Sakız Adası'ndaki Alman ajanları ile mi görüşüyor?
O'nu en iyi Nuh Mete Yüksel ile bu davanın açılmasına neden olan kitabın yazarı Necip Hablemitoğlu bilir herhalde.
İşin asıl ilginç noktası, Türkiye'de faaliyet gösteren ve ajanlık faaliyetleriyle suçlanan Alman vakıflarının düzenledikleri organizasyonlara katılan gazetecilerin sayısı. Ben, son 7 yılda en az 20 toplantıya katıldım. Türkiye'de çeşitli gazetelerde çalışan ve aralarında çok ünlü isimlerin bulunduğu ortalama 400 gazetecinin de bu toplantılara katıldıkları için ajan olması gerekiyor.İlginç ve eğlenceli bir dava olacağı kesin.
Yeteneksiz başcasus ve 80 kişilik ünlü savunma avukatları ile bu davanın uluslararası arenada da ilgi çekeceği kesin.
HABER EKSPRES 03 - 12 - 2002
Etiketler:
Yerel Siyaset
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)