Geçen yaz İstanbul'un gece hayatına damgasını vuran bir Rum gencinin çapkınlık maceraları gazetelerin birinci sayfasına çıkınca bir reklamcı dostum uyardı:
"Farkında mısın, Türkiye'de ilk kez bir Rum erkeğin Türk kızlarla ilişkisi haber oluyor."
Gerçekten de öyleydi.
Bugüne dek biz hep "kız alan" taraf olarak "Türk yiğitlere abayı yakmış Yunan dilberi" haberleri okumaya alışmıştık.
Sonradan öğrendik ki, suyun öte tarafında da durum aynıymış. Orada da "Grek delikanlılara kaçan Küçük Asyalı kızlar" anlatılır, aksi bahis konusu olmazmış.
Değerli araştırmacı Herkül Milas yeni yayınlanan "Türk romanı ve öteki" kitabında (Sabancı Üniversitesi, İst. 2000) 450'ye yakın edebiyat eserinde Yunan imajını incelerken "aşk" konusunda şu saptamayı yapıyor:
"Bu metinlerde bir tek kez bir Türk kadının bir Rum erkeğini öptüğünü görüyoruz." (s.267)
"Yunan edebiyatında ise tersine, bu kez Türk kadınları Yunan erkeklerini sever, Hıristiyanlığı seçer ve sevdikleri erkekle mutlu olurlar. Bir Yunanlı kadının bir Türk erkeğini sevdiği ve kendi isteğiyle ona vardığı (13. Yüzyılda Akritas destanındaki Müslüman'a varma durumu dışında) bu metinlerde görülmemiştir." (s.336)
***
Magazin basınından izlediğimiz kadarıyla yüzlerce yıllık bu "cinsel milliyetçilik" barış rüzgarlarının da etkisiyle yavaş yavaş değişiyor.
Sadece bu tarafta değil, karşıda da...
Orada da yakışıklı basketçi İbrahim Kutluay'ın Yunanlı genç kızların gönlünü fethetmesi, benzer bir farka yol açıyor.
Geçenlerde İzmir'de, AB'ye bağlı bir merkez ve Çağdaş Gazeteciler Derneği İzmir Şubesi'nin işbirliği ile ilginç bir toplantı düzenlendi. ÇGD Şube Başkanı Süleyman Gencel'in organize ettiği toplantıda Ege, Gazi, Ankara, Atina ve Panteon üniversitesinin iletişim fakültelerinden 36 öğrenci ve öğretim üyesi bir araya gelerek Türk-Yunan ilişkilerini medya perspektifinden incelediler.
Gruplar halinde yapılan bu çalışmada bir grup, son zamanlarda ekranlarda izlediğimiz Telsim reklamını içerik analizine tabi tuttu.
Vardıkları sonuç ilginç:
Aslında İbrahim'in Atina'daki "pozisyonu", Tarkan filmlerinden alışkın olduğumuz "gavur dilberlerini mesteden cengaver" görüntüsünü hiç aratmıyor. O anlamda iki ülke kültüründe yerleşik bir önyargıyı pekiştiriyor. Hatta aksesuar olarak kullanılan dilber sayısının 4 olmasını da, iletişim öğrencileri, "4 kadın alınabilen günlere bilinçaltı bir gönderme" sayıyorlar.
İbrahim'in atalarından farkı, birkaç Yunanca sözcükle ("efharisto", "kalimera" vb.) kızları "motive etmeye çalışması..."
İletişim öğrencileri, Atina'daki İbrahim'le Türkiye'den arayan sevgilisi arasındaki "aşk ve güvensizlik ilişkisi"nin Yunanistan-Türkiye arasındaki "İletişimsizlik"le paralellik gösterdiğini düşünüyorlar. Tıpkı İbrahim'le sevgilisi gibi Türkler ve Yunanlılar da birbirlerine karşı hem içten içe bir sevgi, hem de derin bir kuşku besliyorlar. Bütün barış mesajlarının ardında bir "samimiyetsizlik" olduğunu düşünüyor, ilk kuşkuda da ayaklanıp gözlerini karşı kıyıya çeviriyorlar.
Ancak reklamın bize gösterdiği önemli bir ayrıntı daha var:
İletişim öğrencilerine göre bu reklam, hep savaş haberleri satmaya alışmış Türk ve Yunan medyasına ilk kez "Barış da satar" mesajı veriyor.
Bu açıdan önemli...
***
Geçtiğimiz hafta sonu gezdiğim bir müzik mağazasında "en çok satan 10 albüm" listesinde 2 tane Yunanlı müzisyen olması "barışın sattığı"na iyi bir örnekti.
Diplomasi ise yine arkadan geliyor ve bir türlü asli konulara geçemeden "antrenman"a devam ediyor.
Reklama ilişkin son bir notla bitirelim:
İbrahim'in reklamdaki tavrı belki "sekso-politik" açıdan bir yenilik getirmiyor, ancak sevgilisinin "Ben de antrenmandayım" yanıtı iki ülkede yerleşik cinsel kültüre karşı cesur bir meydan okumanın ipucunu veriyor.
Demet, bu yanıtıyla erkeklerin ihanet tekelini parçalıyor.
Doğrusu ben, bu kadarını göze almışken, ondan şöyle bir yanıt beklerdim:
"Sen hala antrenmanda mısın? Ben maça başladım bile canım..."
SABAH 11 - 10 - 2000 (Can Dündar)
11 Ekim 2000 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder