İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina ile Yeni Asır Gazetesi arasında yaşanan tartışma, yerel yönetim ile medya ilişkisini gündeme getirdi.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina ile Yeni Asır Gazetesi arasında yaşanan tartışma, yerel yönetim ile medya ilişkisini yeniden masaya yatırdı. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina ile Konak Belediye Başkanı Erdal İzgi'nin Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerini bizzat gezerek, Kordonyolu ile ilgili bir belgeyi, haber yapılmak üzere ilgililere vermesiyle başlayan tartışma, Yeni Asır Gazetesi'nden iki gazetecinin işten çıkarılmasıyla sonuçlandı.
Neden sadece üç gazete?
Belediye ile Yeni Asır Gazetesi'nin arasını açan tartışma, Yeni Asır Gazetesi sahibi Aydın Bilgin'in, Ahmet Piriştina'ya basın kuruluşları arasında taraflı davrandığını söyleyen bir mektup göndermesiyle tırmandı. Yeni Asır'ın tepkisi üzerine İzmir Büyükşehir Belediyesi, haber verme görevini yerine getirdiğini ve Yeni Asır muhabirinin haberi atladığını ifade edince Yeni Asır Gazetesi belediye muhabiri Uğur Kayan, gazetesi tarafından işten çıkarıldı. Yeni Asır Gazetesi Murahhas Âzası Aydın Bilgin, bununla da kalmayıp muhabir Kayan'a destek amacıyla yazılı açıklama yapan ÇGD Ege Şubesi Başkanı ve aynı zamanda Yeni Asır'ın köşe yazarı olan Süleyman Gencel'in, dernekten istifa etmesini istedi. Gencel bunun üzerine dernekten değil, 12 yıldır çalıştığı gazetesinden istifa etti. Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Ege Şubesi'nin açıklamasına göre olay şöyle gelişti: "İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina ile Konak Belediye Başkanı Erdal İzgi, 7 Ekim 2000 cumartesi günü Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerini bizzat ziyaret ederek, Kordonyolu ile ilgili bir belgeyi, 'haber yapılmak üzere' yetkili yöneticilere elden verdi. Bu ziyaret ve bilgilendirme, sadece üç gazete ile sınırlı kaldı. Daha sonra aynı belge, İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Cumhur Utkan aracılığı ile ertesi gün, 'Özel haberdir' bilgisi ile üyemiz ve Yeni Asır Gazetesi belediye muhabiri Uğur Kayan'a verilmiştir. Kayan, özel haber ve pazar günü olması nedeniyle inisiyatifi dahilinde, haberi pazartesi günü gündeme verme düşüncesiyle gazetesine gittiğinde, Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde haberi görür."
Piriştina'ya 'taraflı davranma' uyarısı
Kordonyolu belgesiyle ilgili haberin Yeni Asır Gazetesi'nde atlanılması üzerine Aydın Bilgin'in İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina'ya gönderdiği mektupta ise yerel yönetim—medya ilişkisi sorgulandı. İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin, basın kuruluşları arasında ayrımcılık yaptığı gibi ciddi iddiaları taşıyan mektupta, şu ifadeler yer aldı: "... Savunma saydığınız bilgi ve belgeleri sadece kendi yandaşlarınıza verirseniz, o zaman o gazeteler dışındaki basını, kendinize hasım görüyorsunuz demektir. Her gazeteci, kendi gayreti ile özel bir haber yapabilir. Her başkan, istediği kişiyle röportaj yapar, istemediği ile yapmaz ama bir kamu kuruluşu olan belediye, önemli sayılabilecek bir belgeyi, bizim ve diğer bazı gazetelerin ve televizyonların muhabirlerine vermezse bu kötü niyete girer. Bu bir uyarı değil, şikayet mektubudur. Seçiminizi yapın, ona göre hareket edelim. Muhabirimizi geri çekmeye hazırız. Siz hazır mısınız?"
Başka gazetede yazacak
Öte yandan istifa baskısı altında kalınca Yeni Asır köşe yazarlığından ayrılan ÇGD Ege Şube Başkanı Süleyman Gencel'in, önümüzdeki günlerde yurt dışında iki ayrı gazetede, yurt içinde de bir ulusal gazetede yazmaya başlayacağı öğrenildi.
ZAMAN 22 -11 - 2000
22 Kasım 2000 Çarşamba
15 Kasım 2000 Çarşamba
Journalist Gencel speaks at MPA Conference
Turkish journalist Suleyman Gencel who was recently fired from the Turkish newspaper Yeni Ashir, as a result of his position as President of the Progressive Editors Union, which supports freedom of press, today criticised the negative position of journalists in his country.
In order to keep his job in semi-democratic Turkey, Mr Gencel had to maintain close relations with politicians and stated that it was common for journalists sharing his views to be fired.
He also stated that digital mass organisations, which include 9 electronic newspapers with 2 million readers, are constantly increasing, but have to deal with various bans. According to Mr Gencel, three of these newspapers offer liberal and balanced information on matters such as freedom of press and minorities, and employ most of the journalists who were fired from the country's traditional mass media organisations.
MACEDONIAN PRESS AGENCY 25 - 11 - 2000
In order to keep his job in semi-democratic Turkey, Mr Gencel had to maintain close relations with politicians and stated that it was common for journalists sharing his views to be fired.
He also stated that digital mass organisations, which include 9 electronic newspapers with 2 million readers, are constantly increasing, but have to deal with various bans. According to Mr Gencel, three of these newspapers offer liberal and balanced information on matters such as freedom of press and minorities, and employ most of the journalists who were fired from the country's traditional mass media organisations.
MACEDONIAN PRESS AGENCY 25 - 11 - 2000
Etiketler:
Başkalarının kaleminden
11 Ekim 2000 Çarşamba
Şu "antrenman" meselesi
Geçen yaz İstanbul'un gece hayatına damgasını vuran bir Rum gencinin çapkınlık maceraları gazetelerin birinci sayfasına çıkınca bir reklamcı dostum uyardı:
"Farkında mısın, Türkiye'de ilk kez bir Rum erkeğin Türk kızlarla ilişkisi haber oluyor."
Gerçekten de öyleydi.
Bugüne dek biz hep "kız alan" taraf olarak "Türk yiğitlere abayı yakmış Yunan dilberi" haberleri okumaya alışmıştık.
Sonradan öğrendik ki, suyun öte tarafında da durum aynıymış. Orada da "Grek delikanlılara kaçan Küçük Asyalı kızlar" anlatılır, aksi bahis konusu olmazmış.
Değerli araştırmacı Herkül Milas yeni yayınlanan "Türk romanı ve öteki" kitabında (Sabancı Üniversitesi, İst. 2000) 450'ye yakın edebiyat eserinde Yunan imajını incelerken "aşk" konusunda şu saptamayı yapıyor:
"Bu metinlerde bir tek kez bir Türk kadının bir Rum erkeğini öptüğünü görüyoruz." (s.267)
"Yunan edebiyatında ise tersine, bu kez Türk kadınları Yunan erkeklerini sever, Hıristiyanlığı seçer ve sevdikleri erkekle mutlu olurlar. Bir Yunanlı kadının bir Türk erkeğini sevdiği ve kendi isteğiyle ona vardığı (13. Yüzyılda Akritas destanındaki Müslüman'a varma durumu dışında) bu metinlerde görülmemiştir." (s.336)
***
Magazin basınından izlediğimiz kadarıyla yüzlerce yıllık bu "cinsel milliyetçilik" barış rüzgarlarının da etkisiyle yavaş yavaş değişiyor.
Sadece bu tarafta değil, karşıda da...
Orada da yakışıklı basketçi İbrahim Kutluay'ın Yunanlı genç kızların gönlünü fethetmesi, benzer bir farka yol açıyor.
Geçenlerde İzmir'de, AB'ye bağlı bir merkez ve Çağdaş Gazeteciler Derneği İzmir Şubesi'nin işbirliği ile ilginç bir toplantı düzenlendi. ÇGD Şube Başkanı Süleyman Gencel'in organize ettiği toplantıda Ege, Gazi, Ankara, Atina ve Panteon üniversitesinin iletişim fakültelerinden 36 öğrenci ve öğretim üyesi bir araya gelerek Türk-Yunan ilişkilerini medya perspektifinden incelediler.
Gruplar halinde yapılan bu çalışmada bir grup, son zamanlarda ekranlarda izlediğimiz Telsim reklamını içerik analizine tabi tuttu.
Vardıkları sonuç ilginç:
Aslında İbrahim'in Atina'daki "pozisyonu", Tarkan filmlerinden alışkın olduğumuz "gavur dilberlerini mesteden cengaver" görüntüsünü hiç aratmıyor. O anlamda iki ülke kültüründe yerleşik bir önyargıyı pekiştiriyor. Hatta aksesuar olarak kullanılan dilber sayısının 4 olmasını da, iletişim öğrencileri, "4 kadın alınabilen günlere bilinçaltı bir gönderme" sayıyorlar.
İbrahim'in atalarından farkı, birkaç Yunanca sözcükle ("efharisto", "kalimera" vb.) kızları "motive etmeye çalışması..."
İletişim öğrencileri, Atina'daki İbrahim'le Türkiye'den arayan sevgilisi arasındaki "aşk ve güvensizlik ilişkisi"nin Yunanistan-Türkiye arasındaki "İletişimsizlik"le paralellik gösterdiğini düşünüyorlar. Tıpkı İbrahim'le sevgilisi gibi Türkler ve Yunanlılar da birbirlerine karşı hem içten içe bir sevgi, hem de derin bir kuşku besliyorlar. Bütün barış mesajlarının ardında bir "samimiyetsizlik" olduğunu düşünüyor, ilk kuşkuda da ayaklanıp gözlerini karşı kıyıya çeviriyorlar.
Ancak reklamın bize gösterdiği önemli bir ayrıntı daha var:
İletişim öğrencilerine göre bu reklam, hep savaş haberleri satmaya alışmış Türk ve Yunan medyasına ilk kez "Barış da satar" mesajı veriyor.
Bu açıdan önemli...
***
Geçtiğimiz hafta sonu gezdiğim bir müzik mağazasında "en çok satan 10 albüm" listesinde 2 tane Yunanlı müzisyen olması "barışın sattığı"na iyi bir örnekti.
Diplomasi ise yine arkadan geliyor ve bir türlü asli konulara geçemeden "antrenman"a devam ediyor.
Reklama ilişkin son bir notla bitirelim:
İbrahim'in reklamdaki tavrı belki "sekso-politik" açıdan bir yenilik getirmiyor, ancak sevgilisinin "Ben de antrenmandayım" yanıtı iki ülkede yerleşik cinsel kültüre karşı cesur bir meydan okumanın ipucunu veriyor.
Demet, bu yanıtıyla erkeklerin ihanet tekelini parçalıyor.
Doğrusu ben, bu kadarını göze almışken, ondan şöyle bir yanıt beklerdim:
"Sen hala antrenmanda mısın? Ben maça başladım bile canım..."
SABAH 11 - 10 - 2000 (Can Dündar)
"Farkında mısın, Türkiye'de ilk kez bir Rum erkeğin Türk kızlarla ilişkisi haber oluyor."
Gerçekten de öyleydi.
Bugüne dek biz hep "kız alan" taraf olarak "Türk yiğitlere abayı yakmış Yunan dilberi" haberleri okumaya alışmıştık.
Sonradan öğrendik ki, suyun öte tarafında da durum aynıymış. Orada da "Grek delikanlılara kaçan Küçük Asyalı kızlar" anlatılır, aksi bahis konusu olmazmış.
Değerli araştırmacı Herkül Milas yeni yayınlanan "Türk romanı ve öteki" kitabında (Sabancı Üniversitesi, İst. 2000) 450'ye yakın edebiyat eserinde Yunan imajını incelerken "aşk" konusunda şu saptamayı yapıyor:
"Bu metinlerde bir tek kez bir Türk kadının bir Rum erkeğini öptüğünü görüyoruz." (s.267)
"Yunan edebiyatında ise tersine, bu kez Türk kadınları Yunan erkeklerini sever, Hıristiyanlığı seçer ve sevdikleri erkekle mutlu olurlar. Bir Yunanlı kadının bir Türk erkeğini sevdiği ve kendi isteğiyle ona vardığı (13. Yüzyılda Akritas destanındaki Müslüman'a varma durumu dışında) bu metinlerde görülmemiştir." (s.336)
***
Magazin basınından izlediğimiz kadarıyla yüzlerce yıllık bu "cinsel milliyetçilik" barış rüzgarlarının da etkisiyle yavaş yavaş değişiyor.
Sadece bu tarafta değil, karşıda da...
Orada da yakışıklı basketçi İbrahim Kutluay'ın Yunanlı genç kızların gönlünü fethetmesi, benzer bir farka yol açıyor.
Geçenlerde İzmir'de, AB'ye bağlı bir merkez ve Çağdaş Gazeteciler Derneği İzmir Şubesi'nin işbirliği ile ilginç bir toplantı düzenlendi. ÇGD Şube Başkanı Süleyman Gencel'in organize ettiği toplantıda Ege, Gazi, Ankara, Atina ve Panteon üniversitesinin iletişim fakültelerinden 36 öğrenci ve öğretim üyesi bir araya gelerek Türk-Yunan ilişkilerini medya perspektifinden incelediler.
Gruplar halinde yapılan bu çalışmada bir grup, son zamanlarda ekranlarda izlediğimiz Telsim reklamını içerik analizine tabi tuttu.
Vardıkları sonuç ilginç:
Aslında İbrahim'in Atina'daki "pozisyonu", Tarkan filmlerinden alışkın olduğumuz "gavur dilberlerini mesteden cengaver" görüntüsünü hiç aratmıyor. O anlamda iki ülke kültüründe yerleşik bir önyargıyı pekiştiriyor. Hatta aksesuar olarak kullanılan dilber sayısının 4 olmasını da, iletişim öğrencileri, "4 kadın alınabilen günlere bilinçaltı bir gönderme" sayıyorlar.
İbrahim'in atalarından farkı, birkaç Yunanca sözcükle ("efharisto", "kalimera" vb.) kızları "motive etmeye çalışması..."
İletişim öğrencileri, Atina'daki İbrahim'le Türkiye'den arayan sevgilisi arasındaki "aşk ve güvensizlik ilişkisi"nin Yunanistan-Türkiye arasındaki "İletişimsizlik"le paralellik gösterdiğini düşünüyorlar. Tıpkı İbrahim'le sevgilisi gibi Türkler ve Yunanlılar da birbirlerine karşı hem içten içe bir sevgi, hem de derin bir kuşku besliyorlar. Bütün barış mesajlarının ardında bir "samimiyetsizlik" olduğunu düşünüyor, ilk kuşkuda da ayaklanıp gözlerini karşı kıyıya çeviriyorlar.
Ancak reklamın bize gösterdiği önemli bir ayrıntı daha var:
İletişim öğrencilerine göre bu reklam, hep savaş haberleri satmaya alışmış Türk ve Yunan medyasına ilk kez "Barış da satar" mesajı veriyor.
Bu açıdan önemli...
***
Geçtiğimiz hafta sonu gezdiğim bir müzik mağazasında "en çok satan 10 albüm" listesinde 2 tane Yunanlı müzisyen olması "barışın sattığı"na iyi bir örnekti.
Diplomasi ise yine arkadan geliyor ve bir türlü asli konulara geçemeden "antrenman"a devam ediyor.
Reklama ilişkin son bir notla bitirelim:
İbrahim'in reklamdaki tavrı belki "sekso-politik" açıdan bir yenilik getirmiyor, ancak sevgilisinin "Ben de antrenmandayım" yanıtı iki ülkede yerleşik cinsel kültüre karşı cesur bir meydan okumanın ipucunu veriyor.
Demet, bu yanıtıyla erkeklerin ihanet tekelini parçalıyor.
Doğrusu ben, bu kadarını göze almışken, ondan şöyle bir yanıt beklerdim:
"Sen hala antrenmanda mısın? Ben maça başladım bile canım..."
SABAH 11 - 10 - 2000 (Can Dündar)
Etiketler:
Başkalarının kaleminden
16 Ağustos 2000 Çarşamba
Kültür, sanat ve dostluk Altınoluk'ta buluştu
Altınoluk'ta buluşan Türk ve Yunanlı belediye başkanları, iki ülke arasındaki sorunların bir an önce çözülmesini dileyerek, iki halk ve yerel yönetimler arasında kurulan bağın hükümetlere de örnek olmasını istediler. Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunların büyük devletlerin kışkırtmasıyla başladığına dikkat çeken başkanlar, ''Emperyalistler bizi savaştırmayı başaramayacaklar'' dediler. Altınoluk Belediyesi'nce düzenlenen ''6. Altınoluk Antandros 'Yaşama Saygı' Kültür ve Sanat Festivali'' söyleşiler, sergiler, gösteriler ve konserlerin yanı sıra Yunanistan'dan gelen konukların katılımıyla dostluğa ev sahipliği yaptı.
Altınoluk'un CHP'li Belediye Başkanı İsmail Aynur , yaşamın her şeyin özü olduğunu belirterek, paylaştıkça çoğaldıklarını söyledi. Sosyal demokrat belediyelerin yol, su, kanalizasyon gibi rutin hizmetlerin yanı sıra halka kültür ve sanat hizmeti vermeyi de ilke edindiklerine dikkat çeken Aynur, Altınoluk'u kültür, bilim, sanat ve sporun merkezi yapacaklarını, kültür mozaiğini geliştireceklerini söyledi.
Altınoluk'un kardeş belediyesi olan Midilli'nin Gera Belediye Başkanı Pavlos Vogiatzis de, iki ülkenin bölgede birbirlerinin egemenliklerine göz dikmeden yaşamaları gerektiğini vurgulayarak, her iki kıyıda da akrabaların, dostların yaşadığını, onların ruhlarını mutlu etmek gerektiğini söyledi.
Ortaklıkların, benzerliklerin ve dostluğun öne çıkarılmasını, savaşın çare olmadığını belirten Vogiatzis, ''Dünyayı yönlendirenler ve egemen güçler, Türkiye ve Yunanistan'ı savaştırmayı başaramayacaklar'' dedi. Etkinlikler kapsamında gazeteciler Süleyman Gencel , Stelyo Berberakis ile araştırmacılar Saba Altınsay ve Katilena Stathakou 'nun katıldıkları panelde de, ''Geçmişten günümüze mübadele'' konusu ele alındı. Her iki ulustan da çok sayıda insanın doğup büyüdüğü yerleri terk etmek zorunda kaldıkları ama bu toprakları unutamadıkları, özlemlerini dindiremedikleri vurgulanarak, iki ülke ilişkilerinin gelişmesinin, mübadillerin de özlemlerini, acılarını biraz olsun dindirebileceği anlatıldı.
CHP Parti Meclisi üyeleri Fikri Sağlar ve Berhan Şimşek , Prof. Dr. Ünsal Oskay , gazetemiz Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay ve gazeteci Nebil Özgentürk 'ün katıldıkları panelde ise ''Yaşama Saygı'' konusu tartışıldı. Panelde insanların okuması, araştırması ve sorgulaması gerektiği üzerinde durulurken ''Sorunların çözümü için katılım ve yurttaşlık bilincinin gelişmesi şart. İnsanların yaşama, çevreye ve ülkelerine karşı daha duyarlı ve özenli olmaları gerekli'' denildi.
CUMHURİYET 16 - 08 - 2000 (Barış Doster)
Altınoluk'un CHP'li Belediye Başkanı İsmail Aynur , yaşamın her şeyin özü olduğunu belirterek, paylaştıkça çoğaldıklarını söyledi. Sosyal demokrat belediyelerin yol, su, kanalizasyon gibi rutin hizmetlerin yanı sıra halka kültür ve sanat hizmeti vermeyi de ilke edindiklerine dikkat çeken Aynur, Altınoluk'u kültür, bilim, sanat ve sporun merkezi yapacaklarını, kültür mozaiğini geliştireceklerini söyledi.
Altınoluk'un kardeş belediyesi olan Midilli'nin Gera Belediye Başkanı Pavlos Vogiatzis de, iki ülkenin bölgede birbirlerinin egemenliklerine göz dikmeden yaşamaları gerektiğini vurgulayarak, her iki kıyıda da akrabaların, dostların yaşadığını, onların ruhlarını mutlu etmek gerektiğini söyledi.
Ortaklıkların, benzerliklerin ve dostluğun öne çıkarılmasını, savaşın çare olmadığını belirten Vogiatzis, ''Dünyayı yönlendirenler ve egemen güçler, Türkiye ve Yunanistan'ı savaştırmayı başaramayacaklar'' dedi. Etkinlikler kapsamında gazeteciler Süleyman Gencel , Stelyo Berberakis ile araştırmacılar Saba Altınsay ve Katilena Stathakou 'nun katıldıkları panelde de, ''Geçmişten günümüze mübadele'' konusu ele alındı. Her iki ulustan da çok sayıda insanın doğup büyüdüğü yerleri terk etmek zorunda kaldıkları ama bu toprakları unutamadıkları, özlemlerini dindiremedikleri vurgulanarak, iki ülke ilişkilerinin gelişmesinin, mübadillerin de özlemlerini, acılarını biraz olsun dindirebileceği anlatıldı.
CHP Parti Meclisi üyeleri Fikri Sağlar ve Berhan Şimşek , Prof. Dr. Ünsal Oskay , gazetemiz Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay ve gazeteci Nebil Özgentürk 'ün katıldıkları panelde ise ''Yaşama Saygı'' konusu tartışıldı. Panelde insanların okuması, araştırması ve sorgulaması gerektiği üzerinde durulurken ''Sorunların çözümü için katılım ve yurttaşlık bilincinin gelişmesi şart. İnsanların yaşama, çevreye ve ülkelerine karşı daha duyarlı ve özenli olmaları gerekli'' denildi.
CUMHURİYET 16 - 08 - 2000 (Barış Doster)
Etiketler:
Başkalarının kaleminden
19 Haziran 2000 Pazartesi
Gençel yeniden ÇGD başkanı
Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Ege Şubesi olağan genel kurulunu yaptı. Symirna Otel'de gerçekleştirilen kongrenin dîvan başkanlığını, ÇGD Genel Başkanı İsmet Demirdöven yaptı.
Tek listeyle girilen kongrede Süleyman Gencel, yeniden başkan seçildi. Gencel, kongrede yaptığı konuşmada derneğin başkanlığını yaptığı dönemi anlattı. "Biz yönetime gelirken, derneğin sadece tabelası vardı." diyen Gencel, "Derneği, bu durumdan kurtardık ve büyüttük. 80 civarındaki üye sayısını, 167'ye çıkardık. Derneğe, uluslararası basın merkezi olabilecek büyük bir yer kazandırdık." dedi.Süleyman Gencel'den sonra söz alan ÇGD Genel Başkanı ve Radikal Gazetesi Haber Müdürü İsmet Demirdöven, medyadaki kartelleşme ve yozlaşmayı anlatırken son günlerin gündem konusu olan ajan gazetecilere de değindi. Siyah kodlu ajan olduğu iddia edilen Fatih Altaylı'ya yüklenen Demirdöven, "Ajan olmadığını söyleyeceği yerde, Fehmi Koru'ya ajan yakıştırması yapıyor. Başörtüsü ile eylem yapan kızlara fahişe, insan haklarını savunanlara hayvan diyor." şeklinde konuştu. ÇGD Ege Şubesi'nin yeni yönetimi, şu isimlerden oluştu: Süleyman Gencel, Macit Sefiloğlu, Ünal Ersözlü, Duygu Özsüphandağı, Şevki Köse, Asuman Memen ve Meral Odabaşoğlu.
ZAMAN 19 - 06 - 2000
Tek listeyle girilen kongrede Süleyman Gencel, yeniden başkan seçildi. Gencel, kongrede yaptığı konuşmada derneğin başkanlığını yaptığı dönemi anlattı. "Biz yönetime gelirken, derneğin sadece tabelası vardı." diyen Gencel, "Derneği, bu durumdan kurtardık ve büyüttük. 80 civarındaki üye sayısını, 167'ye çıkardık. Derneğe, uluslararası basın merkezi olabilecek büyük bir yer kazandırdık." dedi.Süleyman Gencel'den sonra söz alan ÇGD Genel Başkanı ve Radikal Gazetesi Haber Müdürü İsmet Demirdöven, medyadaki kartelleşme ve yozlaşmayı anlatırken son günlerin gündem konusu olan ajan gazetecilere de değindi. Siyah kodlu ajan olduğu iddia edilen Fatih Altaylı'ya yüklenen Demirdöven, "Ajan olmadığını söyleyeceği yerde, Fehmi Koru'ya ajan yakıştırması yapıyor. Başörtüsü ile eylem yapan kızlara fahişe, insan haklarını savunanlara hayvan diyor." şeklinde konuştu. ÇGD Ege Şubesi'nin yeni yönetimi, şu isimlerden oluştu: Süleyman Gencel, Macit Sefiloğlu, Ünal Ersözlü, Duygu Özsüphandağı, Şevki Köse, Asuman Memen ve Meral Odabaşoğlu.
ZAMAN 19 - 06 - 2000
Etiketler:
Başkalarının kaleminden
10 Haziran 2000 Cumartesi
Ajanlık tartışması
Marmara depremi önceki Türk-Yunan dostluğunun geliştirilmesi için sayısız sivil toplum örgütünde yaptığım çalışmalar, her iki ülkede birçok insanın dikkatini çekti. İki ülke arası dostluğun temelinin halklar diplomasisi ve sivil toplum örgütlerinin çabalarıyla atılacağını ileri süren, "evrenselci" yaklaşımlara sahip insanlar için bu çalışmalar, Ege'de gerçek anlamda barışın sağlanmasına yönelik olumlu adımlardı. Uluslararası ilişkilere ulusalcı ve milliyetçi kavramlar çerçevesinden bakanlar için bu çalışmalar birtakım güçlerin desteklediği, emperyalizmin yeni bir oyunuydu. Türkiye'de bu mantığı savunanlar, aslında benim bir "Yunan ajanı" olduğumu, "emperyalist" güçlerin desteğiyle Türkiye'de yaşayabildiğimi ileri sürüyorlardı. Yunanistan'da da durum farklı değildi. Türk-Yunan dostluğuna süpheci bakanlar, ulusalcı ve milliyetçi yapılar, benim Yunanistan'ın içine kadar sızan bir "Türk ajanı" olarak algılıyorlardı.
17 Ağustos sonrası herşey değişti. O güne kadar Türk-Yunan dostluğunu yerin dibine batıran ulusalcı ve milliyetçi akımlar, karşı kıyıları ziyaret için adeta yarışmaya başladılar. Birbirlerine dostluk mesajları verdiler, iki ülke devletinin düzenlediği toplantılarda boy gösterdiler. Neyse bu sayede benim "Türk ajanlığı" veya "Yunan ajanlığı" tartışmaları da geride kaldı.
Ancak kendi gibi düşünmeyen herkesi "düşman" veya "ajan" ilan edenler, her olayın arkasında emperyalist izleri arayanlar tarafından bu kez de "İngiliz ajanı" olarak tanıtılmaya başlandım.
Sanırım "İngilizce" bildiğim için oluyor bu...
Bir de "MI-5" mı yoksa "MI-6" mi çalıştığımı söyleseler daha iyi olacak. Çünkü ben de karıştırdım ne olduğumu...
Neyse, bu ay sonu Antalya'da Almanların düzenlediği bir toplantıya katılacağım. Eylül ayında da ABD'de olacağım. Bundan sonra "Alman ajanı" ya da "CIA ajanı" olarak tanıtılmaya başlanacağımdan eminim.
Ama kimse benim hangi ülkenin ajanlığını istediğimi sormuyor.
Soruya bu sütundan yanıt vererek, bu konuda spekülasyon yapanları ve tüm kamuoyunu bilgilendirmek istiyorum...
"Aslında ben Seyşel Adaları ajanı olmak istiyorum."
Düşünsenize, Hint okyanusunda bir tatil cennetinde yaşıyor, deniz, kum ve güneşten istediğiniz kadar faydalanıyorsunuz. Hem oralarda kapı arkalarında emperyalist arayanlara fazla rastlanmıyor.
YENİ ASIR 10 - 06 - 2000
17 Ağustos sonrası herşey değişti. O güne kadar Türk-Yunan dostluğunu yerin dibine batıran ulusalcı ve milliyetçi akımlar, karşı kıyıları ziyaret için adeta yarışmaya başladılar. Birbirlerine dostluk mesajları verdiler, iki ülke devletinin düzenlediği toplantılarda boy gösterdiler. Neyse bu sayede benim "Türk ajanlığı" veya "Yunan ajanlığı" tartışmaları da geride kaldı.
Ancak kendi gibi düşünmeyen herkesi "düşman" veya "ajan" ilan edenler, her olayın arkasında emperyalist izleri arayanlar tarafından bu kez de "İngiliz ajanı" olarak tanıtılmaya başlandım.
Sanırım "İngilizce" bildiğim için oluyor bu...
Bir de "MI-5" mı yoksa "MI-6" mi çalıştığımı söyleseler daha iyi olacak. Çünkü ben de karıştırdım ne olduğumu...
Neyse, bu ay sonu Antalya'da Almanların düzenlediği bir toplantıya katılacağım. Eylül ayında da ABD'de olacağım. Bundan sonra "Alman ajanı" ya da "CIA ajanı" olarak tanıtılmaya başlanacağımdan eminim.
Ama kimse benim hangi ülkenin ajanlığını istediğimi sormuyor.
Soruya bu sütundan yanıt vererek, bu konuda spekülasyon yapanları ve tüm kamuoyunu bilgilendirmek istiyorum...
"Aslında ben Seyşel Adaları ajanı olmak istiyorum."
Düşünsenize, Hint okyanusunda bir tatil cennetinde yaşıyor, deniz, kum ve güneşten istediğiniz kadar faydalanıyorsunuz. Hem oralarda kapı arkalarında emperyalist arayanlara fazla rastlanmıyor.
YENİ ASIR 10 - 06 - 2000
Etiketler:
Türk - Yunan İlişkileri
27 Mayıs 2000 Cumartesi
İnsan olmak
Sivil Düşünce ve Demokrasi Derneği'nin İzmir'de düzenlediği "İnanç Turizmi" konulu toplantıya Fener Rum Patriği Bartholomeos da katıldı. Ortodoksların ruhani lideri, Türk-Yunan dostuluğunun gelişmesinde büyük pay üstlenen, özellikle Amerika'da ve Batı dünyasında Türkiye'nin tanınmasında önemli katkıları olan Bartholomeos'u Adnan Menderes Havalimanı'nda görmeliydiniz... Normal yolcular gibi güvenlik zincirinden geçti, THY'nin standında uçuş kartını almak için bekledi, diğer yolcularla birlikte kendisini uçağa götüren kalabalık otobüse bindi, uçağın merdivenlerinde bekleyen bavulunu aradı ve bulduktan sonra görevliye gösterdi ve nihayet uçakta "business class"taki yerine oturdu. Kendisini davet eden dernek uçak biletini business class aldığı için en azından uçağa bindikten sonra VİP olabildi...
İstanbul'da uçaktan indikten sonra yine otobüse binerek valizini bekleyeceği yöne gitti. Yaklaşık yarım saatlik bir beklemeden sonra valizine ulaşarak Patrikhane'nin yolunu tuttu.
İzmir ve İstanbul'daki havaalanlarında sade bir yolcu gibi hareket eden, bundan da hiç gocunmayan Rum Patriği'nin ABD seyahati aklıma geldi.
Clinton'ın özel görevlileri tarafından havaalanında karşılanan, ABD Başkanı'nın özel davetlerine korumalar eşliğinde katılan Bartholomeos ABD medyasının aşırı ilgisi ile karşılaşmıştı.
Sonra Bartholomeos'un Batı Avrupa ülkeleri ziyaretini hatırladım. Bu ülkelerin devlet başkanlarının kendisini bir bakan gibi karşıladıklarını, ellerindeki tüm imkanları kendisine sunduklarını düşündüm...
Ardından devlet hava meydanlarında VİP geçişini kullananların listesini görmek istedim. Cumhurbaşkanları, başbakan ve milletvekillerinin dışında, birçok üst-düzey bürokratın, generalin, bunların emekli olanlarının eş ve çocuklarının da VİP hakkından yararlandıklarını öğrendim. Bugüne kadar "VİP tiplerle" bir ilişkim olmadığı için gerçekten bu "ayrıcalıklı" insanların kim olduğunu öğrenme ihtiyacı hissetmemiştim.
Ve sonra şuna karar verdim. İnsanlarla birlikte olmaktan gocunmayan, gerek İzmir'de gerek İstanbul'da havaalanındaki Türk vatandaşlarından saygı gören birinin, yasal bir saygı istememesi, O'nun insani değerlerle nasıl sarmalanmış olduğunun en güzel kanıtı değil mi?
YENİ ASIR 27 - 05 - 2000
İstanbul'da uçaktan indikten sonra yine otobüse binerek valizini bekleyeceği yöne gitti. Yaklaşık yarım saatlik bir beklemeden sonra valizine ulaşarak Patrikhane'nin yolunu tuttu.
İzmir ve İstanbul'daki havaalanlarında sade bir yolcu gibi hareket eden, bundan da hiç gocunmayan Rum Patriği'nin ABD seyahati aklıma geldi.
Clinton'ın özel görevlileri tarafından havaalanında karşılanan, ABD Başkanı'nın özel davetlerine korumalar eşliğinde katılan Bartholomeos ABD medyasının aşırı ilgisi ile karşılaşmıştı.
Sonra Bartholomeos'un Batı Avrupa ülkeleri ziyaretini hatırladım. Bu ülkelerin devlet başkanlarının kendisini bir bakan gibi karşıladıklarını, ellerindeki tüm imkanları kendisine sunduklarını düşündüm...
Ardından devlet hava meydanlarında VİP geçişini kullananların listesini görmek istedim. Cumhurbaşkanları, başbakan ve milletvekillerinin dışında, birçok üst-düzey bürokratın, generalin, bunların emekli olanlarının eş ve çocuklarının da VİP hakkından yararlandıklarını öğrendim. Bugüne kadar "VİP tiplerle" bir ilişkim olmadığı için gerçekten bu "ayrıcalıklı" insanların kim olduğunu öğrenme ihtiyacı hissetmemiştim.
Ve sonra şuna karar verdim. İnsanlarla birlikte olmaktan gocunmayan, gerek İzmir'de gerek İstanbul'da havaalanındaki Türk vatandaşlarından saygı gören birinin, yasal bir saygı istememesi, O'nun insani değerlerle nasıl sarmalanmış olduğunun en güzel kanıtı değil mi?
YENİ ASIR 27 - 05 - 2000
Etiketler:
Türk - Yunan İlişkileri
26 Nisan 2000 Çarşamba
Güzel kokulu İzmir
İzmir Ticaret Odası'nın Yunanistan seyahatine katılanlar, dönüş yolculuğu sırasında aileleri, arkadaşları ve tanıdıkları için hummalı bir alışverişe giriştiler. Aslında çok doğal bir davranış... Ama konu, bir partilinin, bir İzmir milletvekilinin istediği "kurabiyeleri" bulması olunca ilginç hale geliyor. Daha önce Selanik'i ziyaret eden ve orada yediği kurabiyenin tadını unutmayan milletvekili İTO ile Yunanistan'a giden bir partiliye bu görevi vermiş. Yunanistan'a ilk kez gelen ve yabancı dil bilmeyen partili de kurabiyelerin bulunması için Türkiye'nin Selanik Başkonsolosluğu'ndan yardım istemiş.
Konsolosluk görevlilerinin hummalı çalışmasına karşılık istenilen kurabiyelere bir türlü ulaşılamadı. Öğleyin dükkanlarını kapatıp haftasonu tatiline giden Yunanlılar, bu kez milletvekilimizin ağzının tadını yarıda bıraktılar!
Partili de kendini affettirmek için kurabiye yerine hediye olarak reçel aldı.
Selanik İzmir'e benziyor. Son gün Yunanlı gazetecilerle birlikte kasapların yoğun olduğu bir pazarda küçük ancak çok şirin bir deniz ürünleri lokantasında yemek yedik. Lokantanın ismi "Güzel kokulu İzmir"di.
Lokantanın sahibi 80 yaşlarında bir ihtiyar. Babasıyla birlikte İzmir'den Selanik'e göçetmişler. Şimdi de oğlu ile işletiyor lokantayı.
İzmir'den geldiğimi öğrenince ilk sorduğu soru "Hala güzel kokuyor mu İzmir" oldu.
Yanıt veremedim.
Ne diyecektim ki... Körfez'in kokusunu, bıraktıkları güzel evlerin yerini apartmanların aldığını, yeşil kelimesinin unutulduğunu mu...
Kekelediğimi gören Yunanlı gazeteciler girdiler devreye...
"Çok değişti İzmir, Selanik'ten bile büyük... Bu nedenle eskisi gibi değil" dediler ve bir anlamda kurtardılar beni...
Selanik İzmir'e benziyor ama Akdeniz kenti kimliğini hala yaşatıyor. Modern binaların arasında 19. yüzyıldan kalma bakımlı binalar göze çarpıyor. Kordon yolunda birbiri ardına sıralanmış kafelerde güneşin batışını seyrediyor insanlar. Ve yemyeşil parklarda günün keyfini çıkarıyorlar...
Biz mi, beton blokların arasında nefes almaya, Körfez'in kokusunu duymaya devam ediyoruz.
YENİ ASIR 26 - 04 - 2000
Konsolosluk görevlilerinin hummalı çalışmasına karşılık istenilen kurabiyelere bir türlü ulaşılamadı. Öğleyin dükkanlarını kapatıp haftasonu tatiline giden Yunanlılar, bu kez milletvekilimizin ağzının tadını yarıda bıraktılar!
Partili de kendini affettirmek için kurabiye yerine hediye olarak reçel aldı.
Selanik İzmir'e benziyor. Son gün Yunanlı gazetecilerle birlikte kasapların yoğun olduğu bir pazarda küçük ancak çok şirin bir deniz ürünleri lokantasında yemek yedik. Lokantanın ismi "Güzel kokulu İzmir"di.
Lokantanın sahibi 80 yaşlarında bir ihtiyar. Babasıyla birlikte İzmir'den Selanik'e göçetmişler. Şimdi de oğlu ile işletiyor lokantayı.
İzmir'den geldiğimi öğrenince ilk sorduğu soru "Hala güzel kokuyor mu İzmir" oldu.
Yanıt veremedim.
Ne diyecektim ki... Körfez'in kokusunu, bıraktıkları güzel evlerin yerini apartmanların aldığını, yeşil kelimesinin unutulduğunu mu...
Kekelediğimi gören Yunanlı gazeteciler girdiler devreye...
"Çok değişti İzmir, Selanik'ten bile büyük... Bu nedenle eskisi gibi değil" dediler ve bir anlamda kurtardılar beni...
Selanik İzmir'e benziyor ama Akdeniz kenti kimliğini hala yaşatıyor. Modern binaların arasında 19. yüzyıldan kalma bakımlı binalar göze çarpıyor. Kordon yolunda birbiri ardına sıralanmış kafelerde güneşin batışını seyrediyor insanlar. Ve yemyeşil parklarda günün keyfini çıkarıyorlar...
Biz mi, beton blokların arasında nefes almaya, Körfez'in kokusunu duymaya devam ediyoruz.
YENİ ASIR 26 - 04 - 2000
Etiketler:
Türk - Yunan İlişkileri
14 Nisan 2000 Cuma
Dostlar buluştu
Ankara'da bir araya gelen Türk ve Yunanlı gazeteciler, basının barışın sağlanmasındaki rolü üzerinde durdu. Avrupa Gazeteciler Birliği, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin de aralarında bulunduğu yedi gazetecilik örgütünce düzenlenen panele Sophia Vultepsi, Monalis Mathoadokis, Süleyman Gençel ve Can Dündar konuşmacı olarak katıldı. Paneli Yunanistan Büyükelçisi Yohoannis Korantis de izledi. Gazeteci Mathoadokis, "Yunanistan'da basın adaletin kapısıdır derler. Basının işlevini yerine getirebilmesi için iktidarları eleştirmesi şart" dedi. Vultepsi de savaş karşıtlığının bir meslek ilkesi olduğunu hatırlattı. Gençel gazetecilerin devletçi ve milliyetçi bakış açısını terk etmesini, Dündar da, iktidar bağımlılığından kurtulunmasını istedi.
RADİKAL 14 Nisan 2000
RADİKAL 14 Nisan 2000
Etiketler:
Başkalarının kaleminden
2 Nisan 2000 Pazar
Acaba?
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina, bir sonraki seçimde, CHP'den mi büyükşehir belediye başkanı adayı olacak?
İlk bakışta "Bunun için erken" ya da "Kesinlikle olmaz" diyebilirsiniz. Ancak ipuçlarını alt alta koyup topladığımızda, karşımıza ilginç sonuçlar çıkıyor.
İpuçlarını sıralayalım. Sonra siz toplayın, bakalım ne sonuç elde edeceksiniz?
1 - CHP'nin İzmir büyükşehir belediye başkanlığı için kenti peşinden sürükleyecek bir adayı yok. Bu göreve yatkın tek aday Bülent Baratalı, milletvekili olma peşinde. Ankara'ya taşındı, ailesini de yanına aldırdı. Üstelik oğlunu başkentteki bir okula yazdırdı. Ankara'dan İzmir'e dönmeyeceği çok açık.
2 - CHP İl Yönetimi ile Ahmet Piriştina'nın arası iyi. CHP, muhalefetini direkt olarak Piriştina'ya yönlendirmiyor. Beğenmedikleri Konak Belediye Başkanı Erdal İzgi'ye karşı açık ve yoğun muhalefet yapıyor. Ancak iş Piriştina'ya gelince, muhalefeti yumuşatıyor. Geçtiğimiz hafta belediye faaliyet raporunun onaylanmasında da aynı tavrı gösterdiler ve "evet" oyu kullandılar.
3 - Ahmet Piriştina'nın belediye binasının kapısına kadar inip karşıladığı tek siyasi lider var. O da Deniz Baykal. Üstelik Piriştina'nın tavrı ve yönetim biçimi, Deniz Baykal'ı andırıyor.
4 - CHP'nin yeni ideolojisi, Batılı anlamda sosyal demokrat parti tarzı ile bütünleşiyor. Dolayısıyla gelecek dönem adaylarının, toplumun her kesimiyle, özellikle işadamlarıyla yakın ilişkisini gündeme getiriyor. Bir işadamı olarak Piriştina'nın, bu rolü çok rahat yapacağı açık.
5 - Ahmet Piriştina, DSP'ye değil Ecevit'e bağlı biri. Ecevit'in bir sonraki dönemde partinin başında olmayacağı gerçeği Piriştina'nın bu partiyle ilişkisini koparmaya yeterli. Piriştina, Ecevit sonrası DSP'nin başına da geçebilirdi. Ancak Ankara'daki gelişmeler, Ecevit sonrası, partinin iyice karışacağının ve Piriştina'nın bu partide kalamayacağının işaretlerini veriyor.
6 - Piriştina bir dönem daha büyükşehir belediye başkanlığı görevini sürdürmek istiyor. DSP'nin bu haliyle barajı bile aşamayacağını iyi biliyor. Bu nedenle kendisine yeni bir parti bulmak zorunda. CHP de ona en yakın parti.
7 - Piriştina'nın, Türkiye İşçi Partisi geçmişi var. Üstelik kültür, sanat, edebiyat alanlarındaki ilişkileri oldukça önemli. Bir anlamda CHP'nin istediği ilişkilere sahip.
8 - Belediye koridorlarında, DSP saflarında ve CHP cenahındaki küçük boyutlu toplantılarda bu ihtimal gündeme geldiğinde kimse "Olur mu öyle" tavrını göstermiyor, "Siyaset bu herşey olabilir" yorumunu yapıyor.
Bu notlar bütünü ileriye yönelik bir projeksiyon. Üstelik birkaç gündür bu sütundan dile getirdiğim, "CHP, seçimler için isimlerini şimdiden belirlemeye başlamalı ve tartışmalı" tespitinin, pratiğe dökülmüş ilk hali.
YENİ ASIR 02 - 04 - 2000
İlk bakışta "Bunun için erken" ya da "Kesinlikle olmaz" diyebilirsiniz. Ancak ipuçlarını alt alta koyup topladığımızda, karşımıza ilginç sonuçlar çıkıyor.
İpuçlarını sıralayalım. Sonra siz toplayın, bakalım ne sonuç elde edeceksiniz?
1 - CHP'nin İzmir büyükşehir belediye başkanlığı için kenti peşinden sürükleyecek bir adayı yok. Bu göreve yatkın tek aday Bülent Baratalı, milletvekili olma peşinde. Ankara'ya taşındı, ailesini de yanına aldırdı. Üstelik oğlunu başkentteki bir okula yazdırdı. Ankara'dan İzmir'e dönmeyeceği çok açık.
2 - CHP İl Yönetimi ile Ahmet Piriştina'nın arası iyi. CHP, muhalefetini direkt olarak Piriştina'ya yönlendirmiyor. Beğenmedikleri Konak Belediye Başkanı Erdal İzgi'ye karşı açık ve yoğun muhalefet yapıyor. Ancak iş Piriştina'ya gelince, muhalefeti yumuşatıyor. Geçtiğimiz hafta belediye faaliyet raporunun onaylanmasında da aynı tavrı gösterdiler ve "evet" oyu kullandılar.
3 - Ahmet Piriştina'nın belediye binasının kapısına kadar inip karşıladığı tek siyasi lider var. O da Deniz Baykal. Üstelik Piriştina'nın tavrı ve yönetim biçimi, Deniz Baykal'ı andırıyor.
4 - CHP'nin yeni ideolojisi, Batılı anlamda sosyal demokrat parti tarzı ile bütünleşiyor. Dolayısıyla gelecek dönem adaylarının, toplumun her kesimiyle, özellikle işadamlarıyla yakın ilişkisini gündeme getiriyor. Bir işadamı olarak Piriştina'nın, bu rolü çok rahat yapacağı açık.
5 - Ahmet Piriştina, DSP'ye değil Ecevit'e bağlı biri. Ecevit'in bir sonraki dönemde partinin başında olmayacağı gerçeği Piriştina'nın bu partiyle ilişkisini koparmaya yeterli. Piriştina, Ecevit sonrası DSP'nin başına da geçebilirdi. Ancak Ankara'daki gelişmeler, Ecevit sonrası, partinin iyice karışacağının ve Piriştina'nın bu partide kalamayacağının işaretlerini veriyor.
6 - Piriştina bir dönem daha büyükşehir belediye başkanlığı görevini sürdürmek istiyor. DSP'nin bu haliyle barajı bile aşamayacağını iyi biliyor. Bu nedenle kendisine yeni bir parti bulmak zorunda. CHP de ona en yakın parti.
7 - Piriştina'nın, Türkiye İşçi Partisi geçmişi var. Üstelik kültür, sanat, edebiyat alanlarındaki ilişkileri oldukça önemli. Bir anlamda CHP'nin istediği ilişkilere sahip.
8 - Belediye koridorlarında, DSP saflarında ve CHP cenahındaki küçük boyutlu toplantılarda bu ihtimal gündeme geldiğinde kimse "Olur mu öyle" tavrını göstermiyor, "Siyaset bu herşey olabilir" yorumunu yapıyor.
Bu notlar bütünü ileriye yönelik bir projeksiyon. Üstelik birkaç gündür bu sütundan dile getirdiğim, "CHP, seçimler için isimlerini şimdiden belirlemeye başlamalı ve tartışmalı" tespitinin, pratiğe dökülmüş ilk hali.
YENİ ASIR 02 - 04 - 2000
Etiketler:
Yerel Siyaset
10 Mart 2000 Cuma
Urla'ya Seferis anıtı
2 yıldır Urla'da süren Seferis Sokağı tartışmaları, aklın, mantığın ve 17 Ağustos sonrası iki ülke arasında yaşanan yumuşama sonucunda olumlu bir noktaya taşındı. Dün Urla'daydık. Nobel ödüllü yazar Yorgos Seferis'in 100. doğum yıldönümü nedeniyle... Seferis'in doğduğu ev satın alınmış ve restorasyon çalışmalarına başlanmış. Son derece hoş bir pansiyona çevrilen ev, önümüzdeki yaz turist ağırlayacak. 2000 yılını Seferis yılı olarak kabul eden Yunanlılar da Urla'daki bu gelişmeye çok sıcak bakıyorlar.
Ve ortaya bir öneri attılar...
Yunan Kültür Bakanlığı, Türkiye Kültür Bakanlığı çerçevesinde oluşturulacak bir anlaşma ile Seferis'in anıtını Urla'ya dikelim...
Urla Belediyesi anıt için bir yer bulacak, Yunan Kültür Bakanlığı da bu anıtın yapımı için gerekli finansı sağlayacak.
Urla Belediye Başkanı Selçuk Karaosmanoğlu ile İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş'ın katkılarıyla gerçekleştirilecek bu proje çok önemli.
2000 yılını Seferis yılı olarak kutlayan Yunanlıların Seferis'in restore edilen evini görmek, iki ülke dostluğunun simgesi için olarak kullanılacak Seferis'in anıtını ziyaret etmek için Urla'yı mekan olarak tutacaklarından eminim.
Bunun sonucu Urla sadece bölgenin bir turizm ve barış kenti olmayacak, uluslararası bir konuma oturacak. Belki ardından Urla'nın diğer Rum evleri de restore edilir ve Urla istenilen tarihi, kültürel ve doğal havasına kavuşur.
Barışı konuşmak gerçekten çok güzel. Soğuk, korku dolu eski günleri hatırladığımda, barışla birlikte gelen güneşli, sıcak günlerin önemini daha iyi kavrıyorum.
Dün, bugün, yarın... İki ülke arasında kurulan barış için çalışan herkese bu sütunlardan teşekkür etmek istiyorum. Sizlerin çabaları ile çocuklarımız barış denizinde yüzecek, karşı tarafın insanları ile bir masayı paylaşacak, gülüp eğlenecekler...
Biz bu şansı son anda yakaladık. Hem de büyük badireler atlatarak. Onlara bu şansı tüm hayatları boyunca vermeliyiz. Önemli olan da insanların insan olarak kabul edildiği, savaşın tarih kitaplarında kaldığı bir dünya yaratmak değil mi?
YENİ ASIR 01 - 03 - 2000
Ve ortaya bir öneri attılar...
Yunan Kültür Bakanlığı, Türkiye Kültür Bakanlığı çerçevesinde oluşturulacak bir anlaşma ile Seferis'in anıtını Urla'ya dikelim...
Urla Belediyesi anıt için bir yer bulacak, Yunan Kültür Bakanlığı da bu anıtın yapımı için gerekli finansı sağlayacak.
Urla Belediye Başkanı Selçuk Karaosmanoğlu ile İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş'ın katkılarıyla gerçekleştirilecek bu proje çok önemli.
2000 yılını Seferis yılı olarak kutlayan Yunanlıların Seferis'in restore edilen evini görmek, iki ülke dostluğunun simgesi için olarak kullanılacak Seferis'in anıtını ziyaret etmek için Urla'yı mekan olarak tutacaklarından eminim.
Bunun sonucu Urla sadece bölgenin bir turizm ve barış kenti olmayacak, uluslararası bir konuma oturacak. Belki ardından Urla'nın diğer Rum evleri de restore edilir ve Urla istenilen tarihi, kültürel ve doğal havasına kavuşur.
Barışı konuşmak gerçekten çok güzel. Soğuk, korku dolu eski günleri hatırladığımda, barışla birlikte gelen güneşli, sıcak günlerin önemini daha iyi kavrıyorum.
Dün, bugün, yarın... İki ülke arasında kurulan barış için çalışan herkese bu sütunlardan teşekkür etmek istiyorum. Sizlerin çabaları ile çocuklarımız barış denizinde yüzecek, karşı tarafın insanları ile bir masayı paylaşacak, gülüp eğlenecekler...
Biz bu şansı son anda yakaladık. Hem de büyük badireler atlatarak. Onlara bu şansı tüm hayatları boyunca vermeliyiz. Önemli olan da insanların insan olarak kabul edildiği, savaşın tarih kitaplarında kaldığı bir dünya yaratmak değil mi?
YENİ ASIR 01 - 03 - 2000
Etiketler:
Türk - Yunan İlişkileri
3 Mart 2000 Cuma
Akıl ile doğruya ulaşmak
Türkiye-Avrupa Birliği, Türkiye-Yunanistan ilişkileri İngiltere'nin Türkiye Büyükelçisi David Logan ile İzmir Konsolosluğu'nda yaptığım görüşmede öne çıkan konular oldu. Uzun süre Türkiye'de yaşayan bir diplomat olan Logan, AB'nin Türkiye'yi adaylığa almasından memnun. Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğinin globalleşen dünya, değişen Avrupa, kabuk değiştiren Türkiye çerçevesinde kaçınılmaz olduğunu belirten Logan, konuya akılcı yaklaşılması gerektiğinin altını çiziyor ve şunları söylüyor: "Uzun süredir Türkiye'deyim ve Türkleri çok seviyorum. Kalbim Türklerin AB üyeliğinden yana. Aklım da, kendi ülkemin çıkarları doğrultusunda Türkiye'nin üyeliğini destekliyor. Tabii aklın öne çıkardıkları benim için daha önemli."
Türk toplumunun kendini AB'ye hazırlaması gerektiğini, bunun için bazı tarihsel önyargılardan kurtulması gerektiği, konuşmamızın ana eksenlerinden birini oluşturdu.
İngiliz Büyükelçisi'ne Türk toplumunun Batı'yı samimi ve güvenilir bulmadığını, Kemalist düşüncenin ürettiği bazı ideolojik yaklaşımların günümüz Türk toplumunu şekillendirdiğini ifade ettiğimde aldığım yanıt Türkleri iyi tanıyan bir diplomatın doğru analiziydi:
"Türk toplumu bazı önyargılarla hareket ediyor. Tarihten gelen bu önyargılardan kurtulması, geleceği daha objektif olarak değerlendirmesi gerekli."
Evet, önyargılar... Atasözlerini bile şekillendiren önyargılar... "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur", "Ayıdan post Yunan'dan dost olmaz" gibi...
Bazen bu önyargılar nedeniyle bir adım bile ilerleyemiyoruz. Çünkü herkes bize düşman, çünkü herkes bizi bölmek istiyor, çünkü herkesin Kurtuluş Savaşı'ndan kalan kuyruk acıları var, çünkü herkes Türkiye'nin güçlenmesine karşı, çünkü, çünkü, çünkü...
Batı, üzerinde Kurtuluş Savaşı'ndan çok daha büyük izler bırakan İkinci Dünya Savaşı'nı yaşadı, sosyalist bloku gördü, soğuk savaş dönemini atlattı... Batı'nın Kurtuluş Savaşı gibi bir takıntısı yok. Tam tersine bizde var bu takıntı. Bu da uzun süredir kapalı bir toplum olarak yaşamamızdan kaynaklanıyor. Bu takıntılardan kurtulmanın tek yolu dışa açılmak "dışarıyı" tanımak, akıl ile doğruya ulaşmaktır.
YENİ ASIR 03 - 03 - 2000
Türk toplumunun kendini AB'ye hazırlaması gerektiğini, bunun için bazı tarihsel önyargılardan kurtulması gerektiği, konuşmamızın ana eksenlerinden birini oluşturdu.
İngiliz Büyükelçisi'ne Türk toplumunun Batı'yı samimi ve güvenilir bulmadığını, Kemalist düşüncenin ürettiği bazı ideolojik yaklaşımların günümüz Türk toplumunu şekillendirdiğini ifade ettiğimde aldığım yanıt Türkleri iyi tanıyan bir diplomatın doğru analiziydi:
"Türk toplumu bazı önyargılarla hareket ediyor. Tarihten gelen bu önyargılardan kurtulması, geleceği daha objektif olarak değerlendirmesi gerekli."
Evet, önyargılar... Atasözlerini bile şekillendiren önyargılar... "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur", "Ayıdan post Yunan'dan dost olmaz" gibi...
Bazen bu önyargılar nedeniyle bir adım bile ilerleyemiyoruz. Çünkü herkes bize düşman, çünkü herkes bizi bölmek istiyor, çünkü herkesin Kurtuluş Savaşı'ndan kalan kuyruk acıları var, çünkü herkes Türkiye'nin güçlenmesine karşı, çünkü, çünkü, çünkü...
Batı, üzerinde Kurtuluş Savaşı'ndan çok daha büyük izler bırakan İkinci Dünya Savaşı'nı yaşadı, sosyalist bloku gördü, soğuk savaş dönemini atlattı... Batı'nın Kurtuluş Savaşı gibi bir takıntısı yok. Tam tersine bizde var bu takıntı. Bu da uzun süredir kapalı bir toplum olarak yaşamamızdan kaynaklanıyor. Bu takıntılardan kurtulmanın tek yolu dışa açılmak "dışarıyı" tanımak, akıl ile doğruya ulaşmaktır.
YENİ ASIR 03 - 03 - 2000
Etiketler:
AB - Türkiye İlişkileri
16 Ocak 2000 Pazar
Gazeteci mi, görevli mi?
5-6 Şubat tarihlerinde gerçekleşecek Türk-Yunan gazetecileri barış toplantısında bulunacak Türk katılımcıları belirleyen, Basın Konseyi Başkanı Hürriyet Gazetesi Köşe Yazarı Oktay Ekşi. 17 Ağustos'tan sonra barış elçisi kesilen bu gazeteciler, insanların bir geçmişi olduğunu ve bu geçmişin kendilerini izlediklerini unutmuş gibi görünüyorlar. İşte Oktay Ekşi'nin geçmişinden bir örnek... 6 Haziran 1998 tarihli "Bu kostaklanma niye" başlıklı köşe yazısında Oktay Ekşi şunları söylüyor:
"...İki savaş uçağı ile Türkiye'yi korkutacaklarını sanıyorlarsa buna çocuklar değil, kargalar bile güler... İki üstüne 12 tane daha koysalar ne yazar. Öyle ya... Diplomasi bitip de sıra kuvvetleri konuşturmaya gelince, cümle alem kabul eder ki, Kıbrıs Adası'nın her yerine Türk bayrağı asmak, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin fazla mesai yapmaya gerek duymadan tamamlayacağı bir görevdir. Yunanistan ise en çok bir hafta sonuyla öteki hafta sonu arasında bitiverir..." Gördüğünüz gibi Oktay Ekşi kendini burada bir gazeteci değil, bir devlet görevlisi, bir başbakan gibi hissediyor ve kimsenin kendisine böyle bir yetki vermemesine karşılık ulusu adına bir başka ulusu tehdit ediyor... Yine aynı gazetenin yazıişleri müdürü ve "barış toplantısına" barış havarisi olarak katılacak olan Tufan Türenç'in 5 Ocak 1998 tarihinde yazdığı "Köle tacirleri: PKK ve Yunanistan" başlıklı makalesinden örnek..."İnsanlık günahını, dünyanın en kanlı örgütü PKK ile Türkiye'ye karşı bitmez tükenmez kin içinde kıvranan Yunanistan işliyor. Tek amaçları var. Türkiye'yi karalamak, dünya kamuoyunda vahşi, insanlarına işkence yapan bir ülke olarak göstermek. Bir ülkeye sırf Türkiye'yi dünya kamuoyunda karalamak uğruna köle tacirliği yapmak yakışır mı? Yunanistan bir gün bunun faturasını öder..." Tufan Türenç'in 25 Ocak 1997 yılında "Kendi insanına eziyet eden fanatik Yunanlı" başlıklı makalesi daha da ilginç."Yunanlı bırakın Türklerle dost olmayı, kendi insanına bile tahammül edemiyor. Kendi halkına bile işkence yapıyor. Sosyalist Enternasyonal'in Roma toplantısında Yunan Başbakanı Kostas Simitis ile Rum EDEK lideri Lasos Lasarides'in yaptıkları konuşmalar bunun en çarpıcı örneği. Bu Yunanlı iki politikacı dostluk ve barış için toplanan Sosyalist Enternasyonal'de Türkiye'ye karşı tarihi gerçekleri saptırarak kin ve düşmanlık kustular."
Köşe yazarlarının Kardak krizinde yazdıkları "duygusal ve devletçi" köşe yazılarını burada dikkate almadım. Gerekirse karşısındaki bir Yunanlıya saldıracak kadar ağır sıfatların kullanıldığı bu yazıları Hürriyet Gazetesi'nin arşivinde bulmak mümkün...Şimdi bu gazetecilerin, 17 Ağustos sonrası Türk devletinin Yunanistan'a yaklaşımının değişmesiyle kendilerinin barış havarisi olarak ortaya çıkmaları arasında bir paralellik göze çarpıyor. Ve ister istemez şöyle bir düşünce geliyor insanın aklına... Yukarıda isimleri yazılan gazeteciler, herşeyi objektif olarak kamuya yansıtmakla yükümlü olan insanlar mı, yoksa devletin genel bakış açısına göre hareket eden, belki de devletin direktiflerine göre tavır alan gazeteciler mi? Bu köşe yazarlarının Kardak krizi de dahil olmak üzere Yunanistan'a yönelik "ilginç" yazıları bu ülkenin en çok satan ikinci gazetesi Eleftrotipia'da bugünden itibaren yayınlanmaya başlıyor. Basın Konseyi'ni kendilerine muhatap alan Yunanlı gazeteciler ve Yunan kamuoyu da Konsey'in seçtiği gazetecilerin "kin ve nefret saçan" köşe yazılarını okuma şansına kavuşacaklar.
YENİ ASIR 16 - 01 - 2000
"...İki savaş uçağı ile Türkiye'yi korkutacaklarını sanıyorlarsa buna çocuklar değil, kargalar bile güler... İki üstüne 12 tane daha koysalar ne yazar. Öyle ya... Diplomasi bitip de sıra kuvvetleri konuşturmaya gelince, cümle alem kabul eder ki, Kıbrıs Adası'nın her yerine Türk bayrağı asmak, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin fazla mesai yapmaya gerek duymadan tamamlayacağı bir görevdir. Yunanistan ise en çok bir hafta sonuyla öteki hafta sonu arasında bitiverir..." Gördüğünüz gibi Oktay Ekşi kendini burada bir gazeteci değil, bir devlet görevlisi, bir başbakan gibi hissediyor ve kimsenin kendisine böyle bir yetki vermemesine karşılık ulusu adına bir başka ulusu tehdit ediyor... Yine aynı gazetenin yazıişleri müdürü ve "barış toplantısına" barış havarisi olarak katılacak olan Tufan Türenç'in 5 Ocak 1998 tarihinde yazdığı "Köle tacirleri: PKK ve Yunanistan" başlıklı makalesinden örnek..."İnsanlık günahını, dünyanın en kanlı örgütü PKK ile Türkiye'ye karşı bitmez tükenmez kin içinde kıvranan Yunanistan işliyor. Tek amaçları var. Türkiye'yi karalamak, dünya kamuoyunda vahşi, insanlarına işkence yapan bir ülke olarak göstermek. Bir ülkeye sırf Türkiye'yi dünya kamuoyunda karalamak uğruna köle tacirliği yapmak yakışır mı? Yunanistan bir gün bunun faturasını öder..." Tufan Türenç'in 25 Ocak 1997 yılında "Kendi insanına eziyet eden fanatik Yunanlı" başlıklı makalesi daha da ilginç."Yunanlı bırakın Türklerle dost olmayı, kendi insanına bile tahammül edemiyor. Kendi halkına bile işkence yapıyor. Sosyalist Enternasyonal'in Roma toplantısında Yunan Başbakanı Kostas Simitis ile Rum EDEK lideri Lasos Lasarides'in yaptıkları konuşmalar bunun en çarpıcı örneği. Bu Yunanlı iki politikacı dostluk ve barış için toplanan Sosyalist Enternasyonal'de Türkiye'ye karşı tarihi gerçekleri saptırarak kin ve düşmanlık kustular."
Köşe yazarlarının Kardak krizinde yazdıkları "duygusal ve devletçi" köşe yazılarını burada dikkate almadım. Gerekirse karşısındaki bir Yunanlıya saldıracak kadar ağır sıfatların kullanıldığı bu yazıları Hürriyet Gazetesi'nin arşivinde bulmak mümkün...Şimdi bu gazetecilerin, 17 Ağustos sonrası Türk devletinin Yunanistan'a yaklaşımının değişmesiyle kendilerinin barış havarisi olarak ortaya çıkmaları arasında bir paralellik göze çarpıyor. Ve ister istemez şöyle bir düşünce geliyor insanın aklına... Yukarıda isimleri yazılan gazeteciler, herşeyi objektif olarak kamuya yansıtmakla yükümlü olan insanlar mı, yoksa devletin genel bakış açısına göre hareket eden, belki de devletin direktiflerine göre tavır alan gazeteciler mi? Bu köşe yazarlarının Kardak krizi de dahil olmak üzere Yunanistan'a yönelik "ilginç" yazıları bu ülkenin en çok satan ikinci gazetesi Eleftrotipia'da bugünden itibaren yayınlanmaya başlıyor. Basın Konseyi'ni kendilerine muhatap alan Yunanlı gazeteciler ve Yunan kamuoyu da Konsey'in seçtiği gazetecilerin "kin ve nefret saçan" köşe yazılarını okuma şansına kavuşacaklar.
YENİ ASIR 16 - 01 - 2000
15 Ocak 2000 Cumartesi
Bir gazetecilik ayıbı
5-6 Şubat tarihlerinde Atina'da gerçekleştirilecek Türk-Yunan Gazeteciler Toplantısı'na katılacak olan Türk gazetecilerin listesi, merkezi İstanbul'da bulunan Basın Konseyi tarafından yayınlandı. 32 gazetecinin 15'i Hürriyet-Milliyet Grubu'nun temsilcilerinden, diğerleri ise Türkiye, Zaman, İhlas Haber Ajansı ile Anadolu Ajansı temsilcilerinden oluşuyor. Diğer bir ifade ile Basın Konseyi'ne göre Türkiye, Türk-Yunan ilişkileri konulu bir toplantıda Hürriyet Milliyet Grubu ve sağ basın tarafından temsil edilecek. Sabah grubu, dolayısıyla Sabah, ATV, Yeni Binyıl ve konu üzerine en fazla çalışan Yeni Asır gazetesi Türk medyasının birer üyesi olarak kabul edilmiyorlar.
Olay Yunanistan'da da tepkiye neden oldu. Toplantıyı düzenleyen ERT-3 Genel Müdürü Yannis Canetakos listenin Basın Konseyi tarafından düzenlendiğini, bu nedenle kendilerinin bir suçu olmadığını iddia ederken, Egelilerin iyi tanıdığı Yunanlı gazeteci Stratis Balaskas "bugün" Yunanistan'ın ikinci büyük gazetesi Eleftrotipia'da yayınlanan makalesinde şunları söylüyor:
"Bir grubun etkisinde olan gazeteciler örgütünün üyeleri ile sağ basının temsilcilerini nasıl Türk toplumunun temsilcileri olarak kabul edebiliriz? Üstelik içlerinde spor yazarları da bulunuyorsa. Bu buluşmaya öyle ciddi bir hava verildi ki, her iki ülkenin dışişleri bakanları da bulunacaklar. Peki sonuçta ne olacak? Toplantı bir grubun öncülüğünde gerçekleştirildiği için diğer Türk gazetecileri tarafından tanınmayacak ve istenilen sonuca ulaşmayacak... Üstelik toplantı, Türk tarafının eksik olduğunu anlayacakları için Yunanlı gazeteciler tarafından da ciddiye alınmayacak. Ve çok önemli bir fırsat kaçacak."
Basın Konseyi'nin bu konuda daha duyarlı olması gerekiyor. Türk basınındaki etik sorununu çözmek için kurulan örgüt, basın etiğini maalesef kendi çiğniyor...
Basın konseyi böyle davranırsa Türkiye'de sürekli gündeme gelen basının sorunları nasıl çözülecek ki?
YENİ ASIR 15 - 01 - 2000
Olay Yunanistan'da da tepkiye neden oldu. Toplantıyı düzenleyen ERT-3 Genel Müdürü Yannis Canetakos listenin Basın Konseyi tarafından düzenlendiğini, bu nedenle kendilerinin bir suçu olmadığını iddia ederken, Egelilerin iyi tanıdığı Yunanlı gazeteci Stratis Balaskas "bugün" Yunanistan'ın ikinci büyük gazetesi Eleftrotipia'da yayınlanan makalesinde şunları söylüyor:
"Bir grubun etkisinde olan gazeteciler örgütünün üyeleri ile sağ basının temsilcilerini nasıl Türk toplumunun temsilcileri olarak kabul edebiliriz? Üstelik içlerinde spor yazarları da bulunuyorsa. Bu buluşmaya öyle ciddi bir hava verildi ki, her iki ülkenin dışişleri bakanları da bulunacaklar. Peki sonuçta ne olacak? Toplantı bir grubun öncülüğünde gerçekleştirildiği için diğer Türk gazetecileri tarafından tanınmayacak ve istenilen sonuca ulaşmayacak... Üstelik toplantı, Türk tarafının eksik olduğunu anlayacakları için Yunanlı gazeteciler tarafından da ciddiye alınmayacak. Ve çok önemli bir fırsat kaçacak."
Basın Konseyi'nin bu konuda daha duyarlı olması gerekiyor. Türk basınındaki etik sorununu çözmek için kurulan örgüt, basın etiğini maalesef kendi çiğniyor...
Basın konseyi böyle davranırsa Türkiye'de sürekli gündeme gelen basının sorunları nasıl çözülecek ki?
YENİ ASIR 15 - 01 - 2000
Etiketler:
Türk - Yunan İlişkileri
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)