İzmir ve Ege'nin geleceği üzerine fikir üretenlerin sayısında seçim ortamıyla birlikte büyük bir artış yaşanıyor. Bölgenin ekonomik yapısı tartışılıyor, yatırımların yoğunlaşacağı bölgeler saptanıyor, kentlerin modernleşmesi için belediye başkan adaylarının ve partilerin projeleri masaya yatırılıyor. Tartışma ortamının yaratılması mutlaka çok önemli. Bazı projelerin gelişmesine, yeni nitelikler kazanmasına yardımcı oluyor. Ancak bana göre çok önemli bir eksik gözardı ediliyor. Konunun felsefi alt yapısı...
"İzmir ve Ege'nin geleceği ne olacak" konulu bir tartışmaya şu soru ile başlayabiliriz.
"Ege için Milano modeli mi, Kaliforniya modeli mi daha uygundur?" Milano modeli, İtalya'daki kuzey-güney çatışmasından ortaya çıkan, zengin kuzeyin güney bölgelerini desteklemesi zorunluluğuna karşı olan bir düşünce akımı... Milano ekolünü savunanların ortak düşüncesi şu: "İtalya'nın diğer bölgelerinin geri kalmışlığı bizi ilgilendirmiyor. Ürettiğimiz artı-değerin bir bölümünü güneye vermek yerine, kendi gelişmemiz için kullanabiliriz. İtalyan hükümetine verdiğimiz vergilerin sadece bir bölümü bize yatırım olarak geri dönüyor. Önemli bir bölümü ise artı-değer üretmeyen güneye aktarılıyor. Bu kuzeye yapılan bir haksızlıktır..." Kaliforniya modeli ise daha uluslararası bir bakış açısına sahip. Amerikan ekonomisinin üçte birini kontrol eden Kaliforniya, Milano anlayışının yerine, ürettiğini ABD'nin diğer bölgeleriyle paylaşmaktan çekinmiyor. Ancak bu paylaşım sonucunda hem uluslararası yatırımların kendi bölgesinde yoğunlaşmasını sağlıyor, hem de Amerikan politikası içinde aktif rol oynuyor. Dünya ile bütünleşerek yeni teknolojik gelişmelerin bölgede yatırım haline dönüşümünü sağlıyor. Milano düşüncesi bize çok yabancı değil. Son 10 yıldır İzmir'de bu tarz bir bölgecilik tezi çok sayıda taraftar buldu. Hatta bazı sivil toplum örgütleri bu düşüncenin öncülüğünü üstlendi. Ege'ye yatırım artışı sağlayan milletvekilleri el üstünde tutuldu, başarılı olarak nitelendirildi. Burada iki yanlış anlayış gözümüze çarpıyor. İlki devletin kamu yatırımlarını adil paylaştırma sorunu. Belli bir plan ve programa bağlı olması gereken kamu yatırımlarının paylaşımı, ikili ilişkilere endeksleniyor.İkincisi farklı bölgelerin milletvekilleri kamu yatırımı için karşı karşıya geliyor. Örneğin İzmirli bir milletvekilinin bölgesine getirdiği bir yatırımın finansı bir başka bölgenin yatırımından kaydırılıyor. Rizeli milletvekili de Ege'ye yapılacak bir yatırımı kendi bölgesine kaydırıyor. Ege bu ülkenin bir bölgesi iken, diğer bölgeler bu ülkenin içinde değil mi? Yoksa ben bilmeden bu ülke parçalandı mı? Unutmayalım, bölgecilik anlayışını en sıkı şekilde uygulayan Milano modeli, "Güneyden ayrılarak Kuzey İtalya devleti kuralım" sloganı olarak şekil değiştirdi. Kamu yatırımlarını adil dağıtmayı başaran Türkiye'de milletvekilleri gerçek görevlerine dönerlerse, asıl başarının Türkiye'nin ve Ege'nin önünü açacak yasaların çıkarılmasında olduğunu göreceklerdir.
Birçok avantajı elinde bulunduran Ege ve İzmir, rasyonel bir sistem içinde ABD'nin Kaliforniya bölgesi gibi Türkiye'nin uluslararası sisteme eklemleşmesini sağlayan ana aktör görevini üstlenecektir.
Önemli olan, kenti, bölgeyi ve ülkeyi yönetecek olanların görev ve sorumluluklarını doğru tahlil etmeleridir. Çünkü bu halk, yanlış tahlillerin ve modellerin olumsuz sonuçlarını yıllardır çekiyor.
YENİ ASIR 18 - 03 - 1999
18 Mart 1999 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder