İzmir semalarında son günlerde büyük kuşlar uçuyor. Büyükşehir belediye başkan adaylarının açıklamaları ve proje tanıtımlarından sonra bu kuşlar gözüme daha büyük görünmeye başladılar. Bazen adayların kamuoyuna sundukları projelerin bir gecede hazırlandığı gibi bir dehşete kapılıyorum. Biz kenti emanet edeceğimiz insanları seçmek için aylarca düşünüyoruz, buna karşılık adaylar İzmir'in geleceği hakkında bir gecede karar veriyorlar gibi... Havada uçan asıl büyük proje "Üçkuyular-Bostanlı Köprü Projesi." Ama burada seçime katılan her adayın dilinden düşmediği için metro projesinden sözetmek istiyorrum. Modern dünyanın kitle ulaşım aracı olan metro fikri İzmir'e bundan 10 yıl önce Özfatura döneminde geldi.
Yüksel Çakmur başkan iken projelendirildi. Şimdiki büyükşehir belediye başkanı Burhan Özfatura tarafından bazı değişikliklerle uygulamaya kondu. 43 kilometrelik metronun 11.7 kilometrelik ilk bölümünün yapımına 1995'te başlandı. Bu yıl sonunda bitirilmesi planlanıyor. Diğer büyükşehir adaylarının metro projeleri de İzmir'in tamamının bu modern ulaşım sistemi ile donatılması gerektiğini vurguluyor. Adaylar yapılmakta olan metro hattını Balçova ve Bornova merkeze kadar uzatıyor. İkinci hat Buca'ya ve havaalanına kadar ulaşıyor. Işıkkent'te yapılan otobüs garına ulaşan bir başka metro hattı da gündemde. Büyükşehir adayları şehrin kuzey bölümünü de unutmamış. diğer bir hat, Bayraklı üzerinden Karşıyaka'ya ve Çiğli'ye kadar uzanıyor. Kısacası İzmir metro ağı ile sarılıyor.Çok güzel... Adayların hepsini bu düşüncelerinden dolayı tebrik ediyorum.
Ancak İzmir trafiğini rahatlatacak projeyi öyle bir anlatıyorlar ki, sanki görevde kalacakları 5 yıl içinde bu ağı tamamlamayı başaracaklar. Herkes gibi metronun yapımı için gerekli kaynağı nereden bulacaklarını sormayacağım. Bu sorulara verilecek yanıtları tahmin ediyorum: "Dünya Bankası'ndan kredi alacağız, çeşitli yabancı bankalardan uzun vadeli kredi bulacağız..." Bu yanıtları kontrol etme şansımız yok. Dünya Bankası'nın Türkiye Masası'na telefon edip, "İzmir büyükşehir belediye başkanı adayları İzmir'de gerçekleştirecekleri metro projesi için sizden ne kadar kaynak alabilirler?" diye sorsam, telefon ya suratıma kapanır, ya da "Kardeşim limonun fiyatını sormuyorsun, aşağı yukarı 50 kilometre uzunluğunda son derece önemli bir projenin kredilendirilmesini soruyorsun. Böyle bir proje için gerekli altyapı çalışmalarının neler olduğunu biliyor musun?" yanıtı ile karşılaşırım. O nedenle adaylarımızın bu kaynağı bulduklarını farzediyorum. Beni ilgilendiren böyle bir projenin yapım süresi... Bir örnek verelim. Yüz yıllık Londra Metrosu İngilizlerin hayatında önemli yer tutar. Aynı İngilizler "Jubilee Hattı"nı dokların bulunduğu bölgeye kadar uzatmak için 24 kilometrelik inşaatı 8 yılda bitirebildiler. Atina belediyesi de aynı sorunu yaşıyor. Kifisia'dan Pire limanına kadar olan 14 kilometrelik hattı kesen 11 kilometrelik ikinci hattın yapımına 5 yıl önce başladılar. 2004 olimpiyatlarına yetiştirmeye çalışıyorlar. Bu örneklere bakınca büyükşehir belediye başkan adaylarının ortalama 50 kilometrelik metro projesini ne kadar süre içinde bitireceklerini tahmin bile edemiyorum. En iyi ihtimalle 15 yıl, ortalama bir hızla 30 yıl... Yapımı 15-20 yılı bulacak büyük projeler, büyükşehir adaylarına puan kazandırmıyor, tam tersi kaybettiriyor. Üstelik metro projesi bir zorunluluk. Kimse bu projenin karşısında değil. Her gelen aday bu projeye sahip çıkmadan, kaldığı yerden devam etmek zorunda.Umarız başkan adayları da farkına varır...
YENİ ASIR 20 - 03 - 1999
20 Mart 1999 Cumartesi
18 Mart 1999 Perşembe
Tehlikeli fikirler
İzmir ve Ege'nin geleceği üzerine fikir üretenlerin sayısında seçim ortamıyla birlikte büyük bir artış yaşanıyor. Bölgenin ekonomik yapısı tartışılıyor, yatırımların yoğunlaşacağı bölgeler saptanıyor, kentlerin modernleşmesi için belediye başkan adaylarının ve partilerin projeleri masaya yatırılıyor. Tartışma ortamının yaratılması mutlaka çok önemli. Bazı projelerin gelişmesine, yeni nitelikler kazanmasına yardımcı oluyor. Ancak bana göre çok önemli bir eksik gözardı ediliyor. Konunun felsefi alt yapısı...
"İzmir ve Ege'nin geleceği ne olacak" konulu bir tartışmaya şu soru ile başlayabiliriz.
"Ege için Milano modeli mi, Kaliforniya modeli mi daha uygundur?" Milano modeli, İtalya'daki kuzey-güney çatışmasından ortaya çıkan, zengin kuzeyin güney bölgelerini desteklemesi zorunluluğuna karşı olan bir düşünce akımı... Milano ekolünü savunanların ortak düşüncesi şu: "İtalya'nın diğer bölgelerinin geri kalmışlığı bizi ilgilendirmiyor. Ürettiğimiz artı-değerin bir bölümünü güneye vermek yerine, kendi gelişmemiz için kullanabiliriz. İtalyan hükümetine verdiğimiz vergilerin sadece bir bölümü bize yatırım olarak geri dönüyor. Önemli bir bölümü ise artı-değer üretmeyen güneye aktarılıyor. Bu kuzeye yapılan bir haksızlıktır..." Kaliforniya modeli ise daha uluslararası bir bakış açısına sahip. Amerikan ekonomisinin üçte birini kontrol eden Kaliforniya, Milano anlayışının yerine, ürettiğini ABD'nin diğer bölgeleriyle paylaşmaktan çekinmiyor. Ancak bu paylaşım sonucunda hem uluslararası yatırımların kendi bölgesinde yoğunlaşmasını sağlıyor, hem de Amerikan politikası içinde aktif rol oynuyor. Dünya ile bütünleşerek yeni teknolojik gelişmelerin bölgede yatırım haline dönüşümünü sağlıyor. Milano düşüncesi bize çok yabancı değil. Son 10 yıldır İzmir'de bu tarz bir bölgecilik tezi çok sayıda taraftar buldu. Hatta bazı sivil toplum örgütleri bu düşüncenin öncülüğünü üstlendi. Ege'ye yatırım artışı sağlayan milletvekilleri el üstünde tutuldu, başarılı olarak nitelendirildi. Burada iki yanlış anlayış gözümüze çarpıyor. İlki devletin kamu yatırımlarını adil paylaştırma sorunu. Belli bir plan ve programa bağlı olması gereken kamu yatırımlarının paylaşımı, ikili ilişkilere endeksleniyor.İkincisi farklı bölgelerin milletvekilleri kamu yatırımı için karşı karşıya geliyor. Örneğin İzmirli bir milletvekilinin bölgesine getirdiği bir yatırımın finansı bir başka bölgenin yatırımından kaydırılıyor. Rizeli milletvekili de Ege'ye yapılacak bir yatırımı kendi bölgesine kaydırıyor. Ege bu ülkenin bir bölgesi iken, diğer bölgeler bu ülkenin içinde değil mi? Yoksa ben bilmeden bu ülke parçalandı mı? Unutmayalım, bölgecilik anlayışını en sıkı şekilde uygulayan Milano modeli, "Güneyden ayrılarak Kuzey İtalya devleti kuralım" sloganı olarak şekil değiştirdi. Kamu yatırımlarını adil dağıtmayı başaran Türkiye'de milletvekilleri gerçek görevlerine dönerlerse, asıl başarının Türkiye'nin ve Ege'nin önünü açacak yasaların çıkarılmasında olduğunu göreceklerdir.
Birçok avantajı elinde bulunduran Ege ve İzmir, rasyonel bir sistem içinde ABD'nin Kaliforniya bölgesi gibi Türkiye'nin uluslararası sisteme eklemleşmesini sağlayan ana aktör görevini üstlenecektir.
Önemli olan, kenti, bölgeyi ve ülkeyi yönetecek olanların görev ve sorumluluklarını doğru tahlil etmeleridir. Çünkü bu halk, yanlış tahlillerin ve modellerin olumsuz sonuçlarını yıllardır çekiyor.
YENİ ASIR 18 - 03 - 1999
"İzmir ve Ege'nin geleceği ne olacak" konulu bir tartışmaya şu soru ile başlayabiliriz.
"Ege için Milano modeli mi, Kaliforniya modeli mi daha uygundur?" Milano modeli, İtalya'daki kuzey-güney çatışmasından ortaya çıkan, zengin kuzeyin güney bölgelerini desteklemesi zorunluluğuna karşı olan bir düşünce akımı... Milano ekolünü savunanların ortak düşüncesi şu: "İtalya'nın diğer bölgelerinin geri kalmışlığı bizi ilgilendirmiyor. Ürettiğimiz artı-değerin bir bölümünü güneye vermek yerine, kendi gelişmemiz için kullanabiliriz. İtalyan hükümetine verdiğimiz vergilerin sadece bir bölümü bize yatırım olarak geri dönüyor. Önemli bir bölümü ise artı-değer üretmeyen güneye aktarılıyor. Bu kuzeye yapılan bir haksızlıktır..." Kaliforniya modeli ise daha uluslararası bir bakış açısına sahip. Amerikan ekonomisinin üçte birini kontrol eden Kaliforniya, Milano anlayışının yerine, ürettiğini ABD'nin diğer bölgeleriyle paylaşmaktan çekinmiyor. Ancak bu paylaşım sonucunda hem uluslararası yatırımların kendi bölgesinde yoğunlaşmasını sağlıyor, hem de Amerikan politikası içinde aktif rol oynuyor. Dünya ile bütünleşerek yeni teknolojik gelişmelerin bölgede yatırım haline dönüşümünü sağlıyor. Milano düşüncesi bize çok yabancı değil. Son 10 yıldır İzmir'de bu tarz bir bölgecilik tezi çok sayıda taraftar buldu. Hatta bazı sivil toplum örgütleri bu düşüncenin öncülüğünü üstlendi. Ege'ye yatırım artışı sağlayan milletvekilleri el üstünde tutuldu, başarılı olarak nitelendirildi. Burada iki yanlış anlayış gözümüze çarpıyor. İlki devletin kamu yatırımlarını adil paylaştırma sorunu. Belli bir plan ve programa bağlı olması gereken kamu yatırımlarının paylaşımı, ikili ilişkilere endeksleniyor.İkincisi farklı bölgelerin milletvekilleri kamu yatırımı için karşı karşıya geliyor. Örneğin İzmirli bir milletvekilinin bölgesine getirdiği bir yatırımın finansı bir başka bölgenin yatırımından kaydırılıyor. Rizeli milletvekili de Ege'ye yapılacak bir yatırımı kendi bölgesine kaydırıyor. Ege bu ülkenin bir bölgesi iken, diğer bölgeler bu ülkenin içinde değil mi? Yoksa ben bilmeden bu ülke parçalandı mı? Unutmayalım, bölgecilik anlayışını en sıkı şekilde uygulayan Milano modeli, "Güneyden ayrılarak Kuzey İtalya devleti kuralım" sloganı olarak şekil değiştirdi. Kamu yatırımlarını adil dağıtmayı başaran Türkiye'de milletvekilleri gerçek görevlerine dönerlerse, asıl başarının Türkiye'nin ve Ege'nin önünü açacak yasaların çıkarılmasında olduğunu göreceklerdir.
Birçok avantajı elinde bulunduran Ege ve İzmir, rasyonel bir sistem içinde ABD'nin Kaliforniya bölgesi gibi Türkiye'nin uluslararası sisteme eklemleşmesini sağlayan ana aktör görevini üstlenecektir.
Önemli olan, kenti, bölgeyi ve ülkeyi yönetecek olanların görev ve sorumluluklarını doğru tahlil etmeleridir. Çünkü bu halk, yanlış tahlillerin ve modellerin olumsuz sonuçlarını yıllardır çekiyor.
YENİ ASIR 18 - 03 - 1999
Etiketler:
Yerel Siyaset
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)