Türkiye'nin Helsinki'de Avrupa Birliği'ne adaylığı yönünde yapılacak oylamada Yunanistan'ın alacağı tavır hala tartışılıyor. Bir grup Yunanistan'ın taviz koparmadan Türkiye'nin adaylığını onaylamayacağını ileri sürerken, diğer grup Atina'nın soruna farklı bakmaya başladığını, Avrupa Birliği'nin lokomotif ülkeleri ve ABD'nin desteği ile adaylık statüsünün Türkiye'ye verileceğini belirtiyor. Ancak bu tartışmalar iki ülke arasındaki ilişkilerin daha ileri götürülmesi yönünde atılan sivil adımları engellemiyor.
Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların çözümüne destek olmak için kurulan sivil toplum örgütlerinden Türk-Yunan Forumu, geçen haftasonu Atina'da Türkiye ve Yunanistan'dan yaklaşık 45 sivil toplum örgütünün katıldığı bir toplantı düzenledi. Toplantının amacı iki ülke arasındaki sivil toplum örgütlerini daha etkin kılmak ve belli konularda proje üretmelerine destek olarak toplumlararası ilişkileri bir adım daha ileri götürebilmekti...
Toplantıya katılan sivil toplum örgütleri 5 ana başlık altında proje hazırladılar.
1- "Acil yardım alanında ortak çalışma..." Ardarda gelen depremler sırasında Türk ve Yunan kurtarma ekiplerinin her iki toplumda yarattıkları olumlu havayı dikkate alan Türk-Yunan Forumu bu alanda somut bir proje ile daha gelişmiş bir yapının ortaya çıkmasını hedefledi.
2- "Kadınlarla ortak çalışma..." Winpeace, Ka-der gibi örgütlerin iki ülke arasında oynadıkları rolü değerlendiren forum tüm kadın örgütlerinin bir proje altında toplanmasını, böylece daha güçlü hareket etmelerinin mümkün olacağını planladı.
3- "Gençler arasında iletişim..." AIESEC, Avrupa Öğrenciler Birliği gibi uluslararası gençlik örgütlerinin Türkiye ve Yunanistan şubelerinin iki ülke ilişkilerin konusunda ortak çalışmaları bu toplantı sonunda sağlandı. Forum iki ülkenin geleceğini belirleyecek olan gençleri barış organizasyonlarında daha fazla söz sahibi olmalarını amaçlıyor.
4- "Çevre sorunlarının çözümünde ve kültürel değerlerin korunmasında birlikte çalışma..." Türkiye ve Yunanistan'da çevrenin korunması konusunda uzmanlaşmış sivil toplum örgütlerinin katıldığı platformda denizlerin temizlenmesi üzerinde duruldu.
5- "Devletlerin ve toplumların demokratikleştirilmesi.." Toplantının en zor ama en önemli tartışması bu projede yaşandı. Politikanın ve felsefenin öne çıktığı tartışma, toplumların merkezi yönetimin baskısından kurtarılması ve yerel yönetimlere daha fazla güç verilmesi üzerinde odaklandı.
5 ana grup ve 5 büyük proje... Avrupa Birliği'nin maddi desteği ile hayata geçecek bu projeler, iki ülke yakınlaşmasında gerçekten önemli rol oynayacak. Atina'ya gelen sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinde barışın kalıcı olması için gerekli istek ve heyecanı gördüm... Projelerin devreye girmesi ile bu isteğin daha kuvvetleneceğini, toplumun tümüne özellikle de politikacılara yayılacağından eminim...
YENİ ASIR 30 - 11 - 1999
30 Kasım 1999 Salı
25 Kasım 1999 Perşembe
Şimdi çalışma zamanı
Helsinki'ye çok az kaldı... Türkiye'nin geleceğini belirleyecek, Türk toplumunun yaşamını yeniden şekillendirecek, Avrupa Birliği adaylığı için devlet bazında yeterince çalışıyor muyuz? Aday statüsünün verilmesinden sonra başlayacak yeniden yapılanma programı için herhangi bir hazırlığımız var mı?
Her iki soru için olumlu yanıt vermek zor.
Dışişleri Bakanı İsmail Cem dışında Helsinki konusunda Türkiye'de ciddi bir çalışma yapan yok. Herkes AGİT Zirvesi'nde alınan sonucun Helsinki için yeterli olduğu düşüncesinde... Politikacılar bugün bile AGİT Zirvesi'nin başarısından bahsediyor, bu başarının üstüne yeni taşlar konması gerektiğini unutuyorlar. Onlara göre Clinton'ın baskısı, Almanya ve Fransa'nın desteği, İngiltere'nin katkıları ile Avrupa Birliği kapılarını açacağız.
Ama AB üyesi ülkelerden ikisine dikkat etmek ve bunu konu üzerinde daha fazla çalışmak gerekiyor. Birincisi Yunanistan... Simitis Hükümeti Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkmıyor. Buna karşılık yaklaşan genel seçimler sırasında muhalefetin bu konuyu işleyeceğini bildikleri için Türk-Yunan ilişkilerinde Türkiye'den jest bekliyorlar. Özellikle Kıbrıs konusu üzerine...
İkincisi İsveç... İnsan hakları ihlallerinden dolayı Türkiye'nin adaylığa hazır olmadığını belirten İsveç üzerine herhangi bir çalışma yapılmıyor ve Türkiye'nin "diğer" yüzü bu ülkenin kamuoyuna yeterince yansıtılamıyor.
Her iki ülkenin çekinceleri Türkiye ve diğer ülkelerin çalışmaları sonucunda yokedilse ve Türkiye Helsinki'de aday ülke konumuna getirilse ne olacak?
İşte bu konu üzerine bugüne kadar yapılan en ufak bir çalışma bile yok...
Öncelikle Türkiye'nin Avrupa Birliği kapısında bekletileceği görüşü nedeniyle devlet içinde yeniden yapılanma için bir program hazırlanmış değil...
Ekonomik sistemden, politik yapıya, adalet sisteminden, eğitime kadar tüm alanlarda ciddi bir yeniden yapılanmanın yaşanacağını düşünürsek Helsinki sonrası Türkiye'nin çok ciddi bir çalışmaya girmesi kaçınılmaz olacak...
Burada başka bir sorun gündeme geliyor... Hangi kadroyla?
Türkiye'nin Avrupa ile bütünleşmesinde gerekli uyum yasalarını çıkaracak, ülkenin ekonomisini yeniden şekillendirecek, demokratikleşme konusunda yeni düzenlemeleri toparlayacak, devletin "sivilleşmesi" için çalışacak, eğitim ve sağlık konusunda etkili kararlar alacak kadroların bugünden kurulması gerekiyor...
Ama Türkiye'ye baktığımızda, genç ve dinamik bir kadronun yaratılması için çalışmak yerine, partizan atamaları sürdüren, tanıdık ve dostları önemli kademelere yerleştiren politikacılar görüyoruz.
Türkiye silkinip üzerindeki ağırlığı atmadıkça, aksak görüntümüzden bir türlü kurtulamayacağız.
YENİ ASIR 25 - 11 - 1999
Her iki soru için olumlu yanıt vermek zor.
Dışişleri Bakanı İsmail Cem dışında Helsinki konusunda Türkiye'de ciddi bir çalışma yapan yok. Herkes AGİT Zirvesi'nde alınan sonucun Helsinki için yeterli olduğu düşüncesinde... Politikacılar bugün bile AGİT Zirvesi'nin başarısından bahsediyor, bu başarının üstüne yeni taşlar konması gerektiğini unutuyorlar. Onlara göre Clinton'ın baskısı, Almanya ve Fransa'nın desteği, İngiltere'nin katkıları ile Avrupa Birliği kapılarını açacağız.
Ama AB üyesi ülkelerden ikisine dikkat etmek ve bunu konu üzerinde daha fazla çalışmak gerekiyor. Birincisi Yunanistan... Simitis Hükümeti Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkmıyor. Buna karşılık yaklaşan genel seçimler sırasında muhalefetin bu konuyu işleyeceğini bildikleri için Türk-Yunan ilişkilerinde Türkiye'den jest bekliyorlar. Özellikle Kıbrıs konusu üzerine...
İkincisi İsveç... İnsan hakları ihlallerinden dolayı Türkiye'nin adaylığa hazır olmadığını belirten İsveç üzerine herhangi bir çalışma yapılmıyor ve Türkiye'nin "diğer" yüzü bu ülkenin kamuoyuna yeterince yansıtılamıyor.
Her iki ülkenin çekinceleri Türkiye ve diğer ülkelerin çalışmaları sonucunda yokedilse ve Türkiye Helsinki'de aday ülke konumuna getirilse ne olacak?
İşte bu konu üzerine bugüne kadar yapılan en ufak bir çalışma bile yok...
Öncelikle Türkiye'nin Avrupa Birliği kapısında bekletileceği görüşü nedeniyle devlet içinde yeniden yapılanma için bir program hazırlanmış değil...
Ekonomik sistemden, politik yapıya, adalet sisteminden, eğitime kadar tüm alanlarda ciddi bir yeniden yapılanmanın yaşanacağını düşünürsek Helsinki sonrası Türkiye'nin çok ciddi bir çalışmaya girmesi kaçınılmaz olacak...
Burada başka bir sorun gündeme geliyor... Hangi kadroyla?
Türkiye'nin Avrupa ile bütünleşmesinde gerekli uyum yasalarını çıkaracak, ülkenin ekonomisini yeniden şekillendirecek, demokratikleşme konusunda yeni düzenlemeleri toparlayacak, devletin "sivilleşmesi" için çalışacak, eğitim ve sağlık konusunda etkili kararlar alacak kadroların bugünden kurulması gerekiyor...
Ama Türkiye'ye baktığımızda, genç ve dinamik bir kadronun yaratılması için çalışmak yerine, partizan atamaları sürdüren, tanıdık ve dostları önemli kademelere yerleştiren politikacılar görüyoruz.
Türkiye silkinip üzerindeki ağırlığı atmadıkça, aksak görüntümüzden bir türlü kurtulamayacağız.
YENİ ASIR 25 - 11 - 1999
Etiketler:
AB - Türkiye İlişkileri
20 Kasım 1999 Cumartesi
Ticaretin tokadı
Hiç TEC adlı televizyon markası duydunuz mu? Ben duymamıştım... Firmanın ismi Girit'in Iraklion kentinde kaldığım bir otel odasında dikkatimi çekti...
Her gece yaptığım gibi "kentlerin gece yaşamlarını öğrenme" turundan dönünce televizyonu açtım. Yunan kanallarından Alfa-5, Düzce depremi ile ilgili son haberleri veriyordu. Ses düğmesine bastım, konuşmaları yeterince anlayabilmek için... Televizyonun sağ köşesinde "ses" yazısı göründü.
Çoğu televizyonlarda İngilizce'den gelen "volume" kelimesinin kısa kullanımı "vol" yazısı görmeye alışmış biri olarak "ses" kelimesi dikkatimi çekti.
İngilizce bir terimin kısaltılması değildi, ama Yunanca ile de ilgisi yoktu. Bir an bunun Türkçe olabileceği aklıma geldi ve diğer düğmeleri de denemeye başladım.
İşte o zaman şaşkınlığım arttı. Çünkü renk ayar düğmesine bastığımda televizyonun köşesinde "renk" yazısı göründü.
Televizyonun arkasını çevirdim, bir ipucu bulur ve bu markanın nereden geldiğini anlayabilirim diye... Ancak arkadaki marka tanıtım yazısı Almanca idi.
İlginç, Türkiye'den yüzlerce kilometre ötede, Yunanistan'ın genel yapısına göre daha milliyetçi bir toplumun yaşadığı yerde böyle bir televizyon! Otel görevlileri televizyonların nereden geldiğini bilmiyor. Birkaç yıldır aynı televizyonları kullandıklarını söylüyorlar ama bu televizyonların nereden ithal edildiğini, nereden satın alındığını bilmiyorlar.
Bence bunun iki yanıtı olabilir.
1 - Almanya'da üretilen televizyonlar Türkiye'nin talebinin üstünde kaldığı ve başka bir ülke tarafından ithal edilmediği için Yunanistan'a getirildi. Ve ucuz olduğu için Yunanlı bir tacir tarafından satın alındı.
2 - Zeki bir Yunanlı ticaret adamı yine zeki bir Türk işadamı ile anlaşarak televizyonları Türkiye'de ürettiler, belli olmasın diye arkasına Almanca bir açıklama koydular. Çok büyük kar sağlayarak bu markayı Yunanistan'da satıyorlar.
Doğru açıklamanın hangisi olduğunu bir türlü öğrenemedim. Otelin sahibi televizyonları ithalatçı bir firmadan aldığını, ancak menşei konusunda bir fikri olmadığını söyledi. Ancak bu örnek bile serbest piyasanın devletçilik, bağımsızlık, milliyetçilik gibi sadece 20. yüzyıla sıkışmış kavramlarına bir tokat gibi geldi bana...
Umarım serbest piyasa ekonomisinin bizden daha çok gücü vardır. Aynı tokadı devletçiler, milliyetçiler ve "bağımsızlar"a vurmak için...
Bu nedenle işadamlarının iki ülkenin ilişkilerinin geliştirilmesi konusunda daha fazla çaba göstermeleri politikacıları bu konuda ikna etmeleri gerekiyor. Türkiye ile Yunanistan arasında oluşturulacak geniş bir ticaret ağı düşmanlığı ortadan kaldırmaya yetecektir...
YENİ ASIR 20 - 11 - 1999
Her gece yaptığım gibi "kentlerin gece yaşamlarını öğrenme" turundan dönünce televizyonu açtım. Yunan kanallarından Alfa-5, Düzce depremi ile ilgili son haberleri veriyordu. Ses düğmesine bastım, konuşmaları yeterince anlayabilmek için... Televizyonun sağ köşesinde "ses" yazısı göründü.
Çoğu televizyonlarda İngilizce'den gelen "volume" kelimesinin kısa kullanımı "vol" yazısı görmeye alışmış biri olarak "ses" kelimesi dikkatimi çekti.
İngilizce bir terimin kısaltılması değildi, ama Yunanca ile de ilgisi yoktu. Bir an bunun Türkçe olabileceği aklıma geldi ve diğer düğmeleri de denemeye başladım.
İşte o zaman şaşkınlığım arttı. Çünkü renk ayar düğmesine bastığımda televizyonun köşesinde "renk" yazısı göründü.
Televizyonun arkasını çevirdim, bir ipucu bulur ve bu markanın nereden geldiğini anlayabilirim diye... Ancak arkadaki marka tanıtım yazısı Almanca idi.
İlginç, Türkiye'den yüzlerce kilometre ötede, Yunanistan'ın genel yapısına göre daha milliyetçi bir toplumun yaşadığı yerde böyle bir televizyon! Otel görevlileri televizyonların nereden geldiğini bilmiyor. Birkaç yıldır aynı televizyonları kullandıklarını söylüyorlar ama bu televizyonların nereden ithal edildiğini, nereden satın alındığını bilmiyorlar.
Bence bunun iki yanıtı olabilir.
1 - Almanya'da üretilen televizyonlar Türkiye'nin talebinin üstünde kaldığı ve başka bir ülke tarafından ithal edilmediği için Yunanistan'a getirildi. Ve ucuz olduğu için Yunanlı bir tacir tarafından satın alındı.
2 - Zeki bir Yunanlı ticaret adamı yine zeki bir Türk işadamı ile anlaşarak televizyonları Türkiye'de ürettiler, belli olmasın diye arkasına Almanca bir açıklama koydular. Çok büyük kar sağlayarak bu markayı Yunanistan'da satıyorlar.
Doğru açıklamanın hangisi olduğunu bir türlü öğrenemedim. Otelin sahibi televizyonları ithalatçı bir firmadan aldığını, ancak menşei konusunda bir fikri olmadığını söyledi. Ancak bu örnek bile serbest piyasanın devletçilik, bağımsızlık, milliyetçilik gibi sadece 20. yüzyıla sıkışmış kavramlarına bir tokat gibi geldi bana...
Umarım serbest piyasa ekonomisinin bizden daha çok gücü vardır. Aynı tokadı devletçiler, milliyetçiler ve "bağımsızlar"a vurmak için...
Bu nedenle işadamlarının iki ülkenin ilişkilerinin geliştirilmesi konusunda daha fazla çaba göstermeleri politikacıları bu konuda ikna etmeleri gerekiyor. Türkiye ile Yunanistan arasında oluşturulacak geniş bir ticaret ağı düşmanlığı ortadan kaldırmaya yetecektir...
YENİ ASIR 20 - 11 - 1999
Etiketler:
Türk - Yunan İlişkileri
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)